Pages in topic:   < [1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16] >
Off topic: Osmanlıca - Türkçe kaynaklar, Cumhuriyet boyunca Türkçenin serüveni, Günümüz Türkçesi...
Thread poster: Adnan Özdemir
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:43
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"Öztürkçe Konuşun Démiyoruz ki!" Dec 11, 2013

--Alıntıdır--

Gökbey ULUÇ tarafından 27 Ağustos 2011 gününde yazıldı.
.............................................................................................


Türkçesi Varken Akımında, altın kayığımız ile ilerliyoruz. Akıntıda oluşan dalgalar kayığımızı sallamasa, daha da iyi olurdu ancak esen yél, yüzümüzü okşayıp géçince tüm kaygımızı da sıyırıp alıyor. Kötü olan ise, kayıktan düşenleriñ olmas
... See more
--Alıntıdır--

Gökbey ULUÇ tarafından 27 Ağustos 2011 gününde yazıldı.
.............................................................................................


Türkçesi Varken Akımında, altın kayığımız ile ilerliyoruz. Akıntıda oluşan dalgalar kayığımızı sallamasa, daha da iyi olurdu ancak esen yél, yüzümüzü okşayıp géçince tüm kaygımızı da sıyırıp alıyor. Kötü olan ise, kayıktan düşenleriñ olması!

Türkçesi Varken diyerek kasıldığımızı, yapay olduğumuz düşünüp, suya atlayanlarımız da yok déğil. Yok, yok! Kayığımıza soñradan girenlerden söz édiyoruz. Akıntıda çırpınıyorlardı, ellerinden tutup kayığa çekmiştik. Kimisi dédi ki; Benimle dalga géçiyorlar, kimisi de dédi ki; Ne zamandır bu kayıktayım da, yok yani, hiç olmuyor artık. Çok bayıyor. Kasmaya gerek yok. ‘Search etmek’ demek olmaz ama gidip hiç kullanmadığım halde öztürkçe kelimeler kasacak halim yok. Allah aşkına, sizler evde kaç kez ‘betik’ kelimesini duydunuz? Ööh! Bu edinilmiş Türkçe değil. Zorlama.

Kayıktan atlayan güzel kardeşim!

Oturağıñ yérinde duruyor. Onu seniñ için temizliyoruz. Dalgalarla gelen su, seniñ yérinde birikse de, aramıza yéñiden döneceğin için kurulamaktan géri kalmıyoruz. Dinle! Bak yıllar önce Falih Rıfkı Atay neler démiş;

Özleştirmeciler her zaman, her yerde uygularlar mı bunu? Nerede! Kadar derler değin yazarlar. Bir defa derler bir kez yazarlar. Tabiî der doğal yazarlar. Konuşurken, üniverisiteler muhtar olmalıdır derler de iş yazmaya gelince muhtarı da muhtariyeti de kapı dışarı edip özerk derler. Öyle ise bu kişilerde samimiyet diye birşey aramak koca bir yalandır.

Oysa bugün böyle mi? Doğal sözcüğünü yadırgayan gördün mü? Özerk sözcüğünüñ dillerde sakız olduğunu söylesem, şaşırmazsıñ bile. Bu sözleri yazan kişi, bugün seniñle dalga géçenlerle aynı ruh halini yaşadı. Alıştığını bir kıyıya atmak istemedi. Sigara bağımlısı olan biriniñ elinden sigarasını alırsan, o sana kötü sözler dér. Sen onlarıñ yad sözcüğünü alınca, sana bu yüzden kötü davrandılar.

Göñlü kırılan arkadaşlar!

Sizlere Öztürkçe konuşun démedik ki! Özleşme yazıda başlar. Yazılarınızı özleştiriñ, diliniziñ özleşmesini zamana bırakıñ. Bir süre soñra göreceksiniz ki, ayrımında bile olmadan o sözcüğü kullanıyorsuñuz. Eñ önemlisiyse konuştuğuñuz kişiniñ bu sözcüğü yadırgamayacak oluşudur. Yol, yordam budur. Böyle yapmadığıñız için vücuda giren virüse benzediñiz. Vücuduñ savunma düzeneğiniñ sizi sindirmemesi sıradışı olurdu. Sizi sindirenleriñ sözleri A. Fenik, F. Baysal, E. Bayrakdaroğlu gibi kişilerinkine mi benziyordu?

------------yazı içinde alıntı---------------
Türkçemizin güzel âhengini, ceviz çuvalı boşaltırken çıkan takur tukur seslere boğmakta, meselâ o cânım rüyâyı çüşten farkı olmayan düş, hâtırayı anı kılığına sokmakta midesi bulanmış insan ağzından çıkar gibi bir sesle söylenen ödül kelimesi de dâhil bir dil çorbası oluşturmaktadırlar. Oysa bizim alışkın olduğumuz kelimeler velevki yabancı bir dilden aktarılmış bile olsalar bu garçlı gırçlı lâflara hem zevk hem âhenk bakımından yüz defa müreccahtır.
------------yazı içinde alıntının sonu----

Sindiricileriñ sözüne gücenen kayıktaş!

Eski Türkçeden gelen düş sözcüğüne yapılan aşağılamaya gücenmediñ de, anadiliniñ sözcüğüne mi küstüñ? Yörelerimizde anamızıñ, babamızıñ kullandığı ödül sözcüğünü yazı diline aktaranlara sövenleriñ yanında mı durursuñ?

***
Güneş kollarımızı yaksa da, inceden esen yélle birleşince tatlı bir sıcaklık uyandırıyor derimizde. Kayık da küçük gelmeye başladı. İlk karada değiştirmek, gemi almak gerek oldu artık. Altın bir kayık karşılığında büyük bir gemi alacağımıza kuşkum yok. Eñ azından gümüş bir gemi ile değiştokuş édebiliriz.

dipçe:
Özleştirmeye dil uzatanlarıñ sözlerini şuradan aldım:
Tahsin Yücel, Dil Devrimi ve Sonuçları, Bétler: 36,48,64,70,149
----------
Kaynak: http://turkcesivarken.com/ozturkce-konusun-demiyoruz-ki/

[Edited at 2013-12-11 12:28 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:43
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"İngilizce Salgını ile Türkçenin Geleceği" Dec 11, 2013

--Alıntıdır--

Gökhan Çağlayan tarafından 29 Mayıs 2013 gününde yazıldı.
...............................................................................................

İlkin bilinen kimi gerçekleri anımsatmada yarar görüyorum: İngilizce, 19. yüzyılda güdülen İngiliz sömürgeciliğiyle uluslararası bir dil durumuna gelmiştir; İkinci Yeryüzü Savaşından sonraysa Amerikan yayılmacılığıyla en önemli dil sayılır olmuştur.
... See more
--Alıntıdır--

Gökhan Çağlayan tarafından 29 Mayıs 2013 gününde yazıldı.
...............................................................................................

İlkin bilinen kimi gerçekleri anımsatmada yarar görüyorum: İngilizce, 19. yüzyılda güdülen İngiliz sömürgeciliğiyle uluslararası bir dil durumuna gelmiştir; İkinci Yeryüzü Savaşından sonraysa Amerikan yayılmacılığıyla en önemli dil sayılır olmuştur. Ülkemiz 1950’den başlayarak Amerikancılığın etkisi altına girdiğinden/sokulduğundan, İngilizce önce birinci yad1 dil konumuna erişti. Bunun ardınca İngilizce öğretim yapan özel okullar çoğaldı. 1980’den beriyse ipin ucu kaçırılarak birtakım kamu okulları, birçok üstokulumuz2 İngilizce öğretimi uygular oldu. Doğallıkla bütün bunlar olup biterken İngilizcecilik topluma “İngilizce özentisi” biçiminde yansıdı. Böylece İngilizce öğeler, adlandırmadan tutun günlük konuşma diline varasıya kendilerini gösterir oldu. Sonuç – İngilizce özentisinden öte – İngilizce salgınıdır.

İlk ağızda şu konuyu açıklaştırayım: İngilizce öğretim ile İngilizce öğretimi – sıkça karıştırılmasına karşın – birbirinden ayrımlı nenlerdir. İngilizce öğretim Türk öğretmenlerinin Türk öğrencilerine örneğin işlembilimi3 İngilizce anlatmaları anlamına geldiği için düzce, kesinlikle onanamaz. İngilizce öğretimiyse İngilizcenin yad bir dil olarak öğretilmesidir. İngilizce – sömürgecilik ile yayılmacılık yoluyla da olsa – günümüzde enikonu yaygınlaşmış bulunduğuna göre, öğretilmelidir. (Buna karşı çıkan bir kişinin var olduğunu sanmıyorum.). “İngilizce ancak İngilizce öğretimle öğrenilir.” savının bilimsel bir geçerliği yok. Kısacası, sorun İngilizce öğretimdir. İngilizce öğretiminin başarısız olması eğitimcilerimizi İngilizce öğretime sürüklememeliydi. (Bununla birlikte, İngilizce öğretimin “bağışlatıcı neden”i bulunamaz.)

İngilizce söz konusu olduğunda anılan kavramlardan biri “yuvarsallaşma”dır4. Gerçekten son onyıllarda ulaşımın hızlanıp kolaylaşması ile yığın iletişim araçlarının gelişerek yaygınlaşması kişileri birbirlerine yakınlaştırdı. Bu olgu yadsınamaz anlayacağınız. Gelgelelim yuvarsallaşma adı altında yayılmacılık güdülüyorsa, ona karşı koymak gerekir. Demek örneğin bizimki gibi geribıraktırılmış ülkelere İngilizce dayatılmakta. Buna ekinsel yayılmacılık denir. Öyleyse, ekinsel yayılmacılık ile yuvarsallaşma birbirinden ayırt edilmeli. Çağın olanaklarından yararlanmayı5 bilirken yayılmacılık karşıtçısı olmayı sürdürmek gerek. Yoksa Amerikancılık ile/ya da İngilizcecilik bütün ulusal ekinleri kaldıracaktır. Buysa beni Türkçenin geleceği konusuna getirdi.

Türkçenin bundan yüzyıl sonra var olmayacağı, pek pek İngilizcenin bir diyeleği6 olarak yaşayacağı görüşü son sürevlerde açıkça dillendiriliyor. Buna göre 22. yüzyılda İngilizce ile Çin dili, İspanyolca, bir de – belki – Arapça dışında dil kullanılmayacak. Demek Türkçe “ölü” bir dil durumuna düşecek. Üstelik söz konusu düşünceyi ortaya atanların bir bölümü bizim dilseverlerdir. Peki, böyle bir nen olabilir mi, olacak mı? Birtakım dillerin türlü etmenlerle ölmesi görülmemiş bir olay değildir. Dahası, bugün kimi dillerin ölmüş bulunduğunu ya da ölmek üzere olduğunu biliyoruz. Ancak, Türkçe gibi şu kıpıda çok geniş bir yergerçeğinde7 konuşulan; ayrıca birçok ülkede, özellikle Türkey’de kamusal dil ile yazı dili olan; başkaca – en azından – 1500-yıllık geçmişe iye bir dilin gelecek yüzyılda ölmüş bulunacağını olası görmüyorum. Doğrusu, Türkçe ölecekse – yalnızca öz-Türkçecilerin değil − biz Türklerin tüm çabaları boşunadır. (Öyle ya, Atatürk’ün söylediği üzere Türk Türkçe demektir. Anadilimizi, demek kimliğimizi yitirdikten kelli yaşayacağız da ne olacak!). Bundan ötürü, “Türkçe elden gidiyor!” ya da “Türkçe ölecek!” diye karayıkım çağırtmaçlığı8 etmemek gerek. Türkçeye ilişkin bir kaygınız/korkunuz varsa, Türkçenin yaşayakalmasını sağlayacak biçimde davranmalısınız. Umutsuzluğa kapılıvermek hiçbir sorunu çöz(e)mez.

Bütün olumsuzluklara karşın bugüne gelebilmiş Türkçe, İngilizce darboğazından geçecektir. Anlatım ile türetim olanakları bakımından İngilizceden üstün olan dilimizi korumakla yetinmemeliyiz, geliştirip özleştirerek varsıllaştırmalıyız. Bu ödev – gerçekte – hepimize düşer. Ne ki, Türklerin çoğunluğu Türkçeyi yeterince çok bilmiyor, sevmiyor. (Bir bölük Türkse Türkçeden basbayağı tiksinmekte.). Böylece söz konusu ödevi yapma yükümlülüğünü aydın kesim üstlenmekte. Aydın kesimse – yazık ki! – o denli etkili, etkin değil. Ancak, yazıklanmak da hiçbir sorunu çöz(e)mez. Olumlu yönde çaba harcamak gerek. Yoksa… Gelgelelim “Türkçenin gücü”ne inanmalı. Bu bağlamda dahi kötümserliğe yer bulunmuyor.

Son olarak şunu yineleyeyim: Türkçe – daha öncesi bir kıyıya bırakılırsa – Orhun-Yenisey Yazıtları’ndan Dil Devrimine, Dil Devriminden günümüze uzanmış bir yol(culuğ)un adıdır. Türkçe konuşan, yazan değme kişi bu kutlu yoldaki bir yolcudur. Dahası, Türkçe konuşan, yazan birileri var oldukça dilimiz bugünden sonsuzluğa uzanacaktır. Demek Türkçenin öleceğini savlayanların yüzleri Türkçenin kendisince kara çıkarılacak. Osmanlıcadan geriye ne kaldıysa, şimdiki İngilizce salgınından geriye o kalacak. Doğal akağında akaduran bir ırmak, bengisu9 olan Türkçe, o kalıntılardan bile kurtulup özlenen arılığa, duruluğa kavuşacak. Kimileri bu sözlere “güzel kuruntu” diye gülüp geçebilir. Ancak, gelecek geçmişten bellidir. Türkçenin geleceğiyse aydınlık mı aydınlık. Şimdi, bu geleceğe – az çok − katkıda bulunmaya var mısınız?

__________________________________________

1 1. Os. yabancı.

2 2. Üstokul: Os. üniversite.

3 3. İşlembilim: Os. matematik.

4 4. Yuvarsallaşma: Os. küreselleşme.

5 5. Doğallıkla çağın olanaklarından yararlanmak yetmez: O olanakları – “ulusal bilinç”le − kendimiz yaratmalıyız. İngilizcenin egemenliğini kırma yollarından biri budur.

6 6. Diyelek: Os. lehçe.

7 7. Yergerçeği: Os. coğrafya.

8 8. Os. felaket tellallığı.

9 9. Os. abıhayat. (Söylencelerde geçen, kişiye “sonsuz yaşam” verdiğine inanılan su)

...............................................
Kaynak: http://turkcesivarken.com/ingilizce-salgini-ile-turkcenin-gelecegi/

[Edited at 2013-12-11 12:29 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:43
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"Dilsel Kötümserlik" Dec 11, 2013

--Alıntıdır--

Gökhan Çağlayan tarafından 28 Aralık 2012 gününde yazıldı.
..............................................................................................

Kötümserlik – onun adı üstünde – yaşamı bir bütün olarak kötü görme eğilimidir. Gerçekten bir sayrılıktır. En azından tinsel bir sayrılığın belirtisi sayılır. Dilsel kötümserlikse kötümserliğin dil alanındaki görünüşüdür. Dil söz konusu e
... See more
--Alıntıdır--

Gökhan Çağlayan tarafından 28 Aralık 2012 gününde yazıldı.
..............................................................................................

Kötümserlik – onun adı üstünde – yaşamı bir bütün olarak kötü görme eğilimidir. Gerçekten bir sayrılıktır. En azından tinsel bir sayrılığın belirtisi sayılır. Dilsel kötümserlikse kötümserliğin dil alanındaki görünüşüdür. Dil söz konusu edildiğinde olumsuz düşünüyor ya da yürek-karartıcı savlar ortaya atıyorsanız, dilsel kötümserliğe tutulmuşsunuzdur. Ne yapıp ederek bu sayrılıksal durumdan kurtulmanız gerekir. Yoksa güzelim yaşam sizin için “ağı” oluverir. Bunu kendimden biliyor, kötümserlikten çok çekmiş bir kişi olarak söylüyorum: Genelde kötümserlik, özelde dilsel kötümserlik çıkar yol değildir. Peki, umar nedir? Kötümserliğin karşıtı olan iyimserlik mi?.. Yok. İyimserlik dahi gerçekleri çarpıtır. Kötümserlik bireyin yaşamını karartırken, iyimserlik ortalığı tozpembe görmeye yol açar. Oysa ortalığın tozpembe olmadığı apaçık. Öyleyse, ortasını bulmak, demek gerçekçiliği onamak gerek. Bunun için ilk ağızda dil gerçeğimizin niteliğini saptamak yararlı bulunacaktır. Şimdi anadilimiz olan Türkçenin geçmişine, bugünkü konumuna, yönelimine değineyim. Böylece sağlıklı bir dil anlayışına erişebilirim.

Türkçenin nice yüzyıl boyunca savsaklanıp handiyse yok sayıldığı biliniyor. Osmanlıcanın Türklerce yaratılmış olması geçmişteki dil sorununu gösterir. Öyle ki, Osmanlıca, Dil Devrimine değin özellikle yazı düzleminde varlığını sürdürmüş; Dil Devriminden sonraysa etkisini büsbütün yitirmemiştir. Bundan ötürü, Türkçenin çok uzun bir “karanlık çağ” geçirdiği söylenebilir. (Türkçe bir sözlüğün anıklanması bile – göreli olarak – yeni bir başarı. Fransızca ile İngilizce gibi dillerin düzyazılarıyla karşılaştırıldığında, Türkçenin düzyazısı köklü bir geleneğe iye değildir ib.). Ancak, bütün bunlar dilsel kötümserliğe kapılmamızı gerektirmez. Dil Devrimi Türkçeye dirim1 verip saygınlık kazandırmıştır. Günümüzde özleştirme karşıtçılarının dahi birer Dil Devrimi ürünü olan öz Türkçe sözcükleri kullanma baskısında kalmaları umutlanmamız için yeter nedendir. Değme kişinin tüm bağlamlarda öpöz Türkçeyi kullan(a)madığına bakıp Dil Devrimini başarısız diye nitelemek bilimdışı bir yaklaşım sergilemektir. Benim bu denemeyi olabildiğince arı bir dille yazıyor olmam Türkçenin Dil Devrimi çığırında kısa sürede ne denli çok yol aldığını tanıtlar. Buracıkta şunu kesinlemek olanaklı: Türkçenin gelişip özleşerek varsıllaşması – bütün engelleme çabalarına karşın − süregidecektir. Kara kara düşünmenin gereği yok anlayacağınız. Önem taşıyan, işleyeduran bu gelişim sürecine az çok katkıda bulunmaktır.

Kuşkusuz dilsel sorunumuz hepten çözülmüş değildir. Demek örneğin Türkçe, ülkemizde 1950’lerde buyruğunu yürütmeye başlamış Amerikancılık sonucu İngilizcenin etki alanına girdi/sokuldu. İngilizce sözcükler günlük konuşma dilinde bile kullanılır oldu. İngilizce adlandırma yaygınlaştıkça yaygınlaştı. Bellibaşlı üstokullarımızın2 öğretim dili hanidir İngilizce… He, yazık ki!.. Ancak, yazıklanmak sorunu çözseydi, sorun çoktan çözülürdü. (Burada son yıllarda yayımlanmış, genellikle yakınganlıktan öteye geçmeyen “dil yanlışları” betiklerinin çokluğunu anımsatayım.). Şu bir gerçek: Günümüzde yayılmacılığın dili İngilizce. Yayılmacılığa çanak tutanlar – Atatürk’ün deyişiyle aymazlık, sapkınlık, üstelik satkınlık içinde bulunanlar – suyun başında kaldıkça bilgisiz, bilinçsiz yığınların dili İngilizceden etkilenecektir. İşin güzel yanıysa şu: Türkçe bir bağlamda İngilizce kullanma gücüllüğü3 yok; tersine, İngilizce kullanmama gerekliği var. Bu nedenle, şimdiki İngilizce salgınını nedensi yapıp karalar bağlamak yakışık almaz. Boyuneğmecilik – dil konusunda da – tatlı görülemez, görülmemeli. Dil Devriminin ereği Türkçeyi yad diller boyunduruğundan kurtarmaydı; şimdi bile öyle. Dün Arapça ile Farsça – kimi çevrelerde – geçer akçaydı. Bugün İngilizce – gene birtakım çevrelerde – gözde. Savaşımı sürdürmek gerek. Hepsi bu.

Ben Türkçe bağlamında da eytişimsel4 bir sürecin işleyedurduğu kanısındayım. Demek dilimiz bir yandan arıtmacılarca geliştirilip özleştirilerek varsıllaştırılıyor, öbür yandan yozlaştırmacılarca sömürülüp bozularak yok edilmek isteniyor. Bu süreçte sav ile karşısav belli de bireşimin olumlu ya da olumsuz bulunması hangi yanın üstün geleceğine bağlı. Osmanlıcanın yüzyıllarca egemenlik sürdükten sonra alaşağı edildiğini bilmek Türkçeyi sevenlerin yüreklerine su serpebilir. Bugünkü İngilizce düşkünlüğü geçicidir. Bu arada Osmanlıcayı hortlatma girişimleri başarısızlığa uğrayacaktır. Türkçe – er geç – kendisine yaraşan yeri alacaktır. Buysa kendiliğinden olmayacak, gene dilseverlerin yılmazca çalışmalarıyla gerçekleşecektir. Kısacası, şimdiki dilsel gidiş olumlanamazsa da Türkçenin yarını aydınlık. Anadilimiz “özyeter” bir ekin dili olma yolunda. Bu yolda kazandıklarımız kazanacaklarımızın güvencesidir.

İyimserlik bardağın dolu bölümünü görme anlamındadır. Kötümserlik özdeş bardağın boş bölümünü göz önünde tutma demektir. Gerçekçilik – bu gerekliyse – bardağı tümden doldurmayı ya da bardaktaki suyu içmeyi sağlar. Dilsel kötümserliğe yakalanmış olanlar yana yakıla yaman düşünceler ile sözler üretedursunlar; Türkçe – kuşkusuz doğru bilince iye konuşucuların, yazarların yardımıyla – kendisini buluyor; kendisini buldukça güzelleşiyor. Yaşam kötümserleri, kötümserliği yeniden yeniden yenilgiye uğratıyor. “Karayıkım çağırtmaçlığı”5 edegelenler – dil alanında olsun, başka alanlarda olsun − inanan edinmekte güçlük çekmeseler de sonunda utanç-verici birer duruma düşüyorlar.6 Şundan ötürü: Varoluş o denli kötü değil. Nesnel gerçeklik değme neni karşıtıyla barındırmakta. Türkçenin nereden nereye vardığı besbelli. Buradan nereye ulaşacağıysa kestirilebilir. Diyeceğim, umutsuzluğa kapılmak için usauygun neden yok. Türkçe darboğazlardan geçe geçe bugüne geldi. Dilimizin bundan kelli daha çok güçlenerek yaşayacağını söylemek içinse bilici7 olmaya gerek bulunmuyor. Bütün o eksikler giderilir, tüm yanlışlar düzeltilir anlayacağınız. Doğallıkla saygı ile sevgi besleyerek… Gönlü serin tutmalı: Gelecek Türkçenindir. (En azından biz Türkler için…)

_____________________________________

1 Yaşama gücü, yaşam.

2 Üstokul: Os. üniversite.

3 Gücüllük: Os. zorunluluk.

4 Os. diyalektik.

5 Os. felaket tellallığı.

6 Buna güncel bir örnek, 21 Aralık 2012’de “ayaklanım” (Os. kıyamet) kopacağını ileri sürenlerin düştükleri durumdur. Türkçenin 22. yüzyılda ölü bir dil olacağını öne sürenleriyse Türkçenin kendisi – Türkler var bulundukça – yaşayakalarak yanlışlayacaktır.

7 Os. kâhin.
.............................................
Kaynak: http://turkcesivarken.com/dilsel-kotumserlik/

[Edited at 2013-12-11 12:47 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:43
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"Altay Dillerinde Sayılar: bir sayısı (I)" Dec 11, 2013

--Alıntıdır--


Oktay DOĞANGÜN tarafından 24 Temmuz 2013 gününde yazıldı.
-----------------------------------------------------------------------------------

Bilindiği gibi Türkçe, Moğolca, Mançu-Tuñuzca, Korece ma Japoncanıñ köken olarak tek bir dile dayandığı kuramıñ adı Altay Dil Kuramıdır, Korece ile Japoncanıñ ayrı tutulduğu duruma da Klasik Altay Dil Kuramı dénir. Buna göre, tüm bu diller Ana Altayca adındaki
... See more
--Alıntıdır--


Oktay DOĞANGÜN tarafından 24 Temmuz 2013 gününde yazıldı.
-----------------------------------------------------------------------------------

Bilindiği gibi Türkçe, Moğolca, Mançu-Tuñuzca, Korece ma Japoncanıñ köken olarak tek bir dile dayandığı kuramıñ adı Altay Dil Kuramıdır, Korece ile Japoncanıñ ayrı tutulduğu duruma da Klasik Altay Dil Kuramı dénir. Buna göre, tüm bu diller Ana Altayca adındaki bir dilden ayrışıp gelişmiştir.

Ancak bu kuramıñ benimsenmesi bu deñli kolay olmamıştır. Nétekim, kurama bugün bile karşıt olan Türklük bilimcileri bulunmaktadır. Bunlarıñ yanında, eldeki vérilerle bu kuramıñ doğruluğunuñ ya da yañlışlığınıñ kanıtlanamayacağını savunan yansız Türklük bilimciler de vardır. Kuramıñ doğruluğuna güvenenler kendi içinde de ayrılık gösterir. Örneğin ayrı ayrı Koreceniñ veya Japoncanıñ Altay dili olmadığını tartışmış olanlar varlıklarını sürdürmektedir.

Savunucularıñ eñ dayanaklı kanıtı, Altay dilleriniñ tümünde ünlü uyumunuñ (eñ azından eski bir dönemde) bulunması veya sözcük diziminiñ “yüklem soñda” olması değildir. Daha çok; Çuvaşça dışındaki Türk dilleri ile Çuvaşça ma diğer Altay dilleri arasındaki r/z ve l-lç/ş karşıtlığıdır. Daha ayrıntılı söylemek gerekirse, diğer Altay dilleriyle geçmişiñ herhangi bir döneminde étkileşmemiş olan Çuvaşçanıñ /r/ ma /l, lç/ sesleri yérine Geñel Türkçede /z/ ma /ş/ bulunurken, diğer Altay dillerinde, tıpkı Çuvaşçada olduğu gibi /r/ (Japoncada /r, t, l/, Korecede /r, l/) sesiniñ denk gelmesi durumudur. Bu karşıtlık, Ana Altayca için soñ derece önemlidir. Öte yandan, bu görüş içinde /r/’niñ mi yoksa /z/’niñ mi birincil olduğu tartışması Türklük bilimciler arasında çok kızışmış durumdadır ma bu konuda soñ söz daha söylenememiştir.

Karşıtlarınıñ ise eñ büyük çürütü, Altay dillerinde ana kavramlarıñ ortak olmaması sorunudur. Bu ana kavramlar arasında ilk béş sayı (1, 2, 3, 4, 5), ana organ adları (el/kol, ayak/bacak, baş/yüz, göz, ağız gibi), ilk basamaktan kandaş adları (ana, oğul, kardeş, baba gibi) gibi sözcükler sayılmaktadır. Clauson; tuttuğu sayımlamada Türkçe ile Moğolca, Moğolca ile Mançu-Tuñuzca ma Türkçe ile Mançu-Tuñuzca veya tümü için ortak tek bir ana kavramıñ bile olmadığını savunmuştur. Ancak alıntı olup olmadığından pék emin olmadığımız sözcükleri de alıntı saymış, daha da kötüsü yalñızca añlamlara bakıp bir dizin oluşturmuştur.

Yalñızca añlamlara bakıp dizin oluşturmak, yañlış olduğu gibi, añlamsızdır da. Çünkü ağızlar arasında bile aynı sözcük çok başka añlamlara gelebilmektedir (örneğin bir ağızda çav sözcüğü “haber” añlamına gelirken diğer bir ağızda aynı sözcük, “erkeklik organı” démektir). Bu nédenle, ana kavram da olsa, kimi sözcükler añlam kaymasına uğradığı için yérlerine yitirilen añlama gelebilecek başka sözcükler yéğlenebilir. Bunuñ örneklerini başka dil öbeklerinde de sıkça görmek olanaklıdır. Ancak çoktan uzun olmuş bir yazınıñ diğer dil öbeklerinden örnek getirmesi okuyucuyu sıkacak, yazarı da yoracaktır. Bu nédenle yalñızca Altay dillerine odaklanalım.

Bugünden örnek vérerek başlayayım. Ana bir kavram olan “anne”, bugünkü Türkiye Türkçesinde géñellikle ağızlarda ana biçiminde bulunmakta; batı yörelerde ma yazılı dilde daha çok anne biçimi kullanılmaktadır. Ancak, Arapça olan vâlide sözcüğünüñ de kullanılması, böyle bir kavramıñ yérini başka bir sözcüğe néce bıraktığını gösterir. Nétekim, daha az düzeyde ana bir kavram sayılabilecek baba sözcüğü de Arapçadan geçmedir, eskiden āpa (bugün déyimlerde kalan biçimiyle aba) ya da ata kullanılırdı.

Türk dillerinde ortak olmadığı bélirtilen kavramlar arasında sayı kavramları da yér alır. Gerçekten de Altay dillerinde sayılara karşılık gelen sözcükler, parça parça birkaçı dışında bir ortaklık barındırmıyor gibi görünmektedir. Üç dilde birden (Moğolca, Mançu-Tuñuzca ile Türkçede) ortak görünen yalñızca “4″ sayısı vardır. Ancak, bu durum daha soñuçlanmış değildir; çünkü bu vérilen bilgi, yalñızca sayılara karşılık gelen sözcükleriñ ortak olmadığını söyler, oysa o sözcükleriñ herbiri diğer dillerde de kaymış añlamlara sâhip olabilir ma demin gösterdiğimiz örnekte olduğu gibi yérlerine başka sözcükler (belki bu kéz tümüyle) geçmiş olabilir. Örneğin, Türkçede “bir” añlamındaki bir sözcüğü, Moğolcadaki “her, herbiri; tümü” añlamına gelen büri sözcüğüyle karşılaştırılabilir. Görüldüğü gibi añlamları çok yakın, nétekim Moğollar “bir” için bugün nigen sözcüğünü kullanmaktadır.

Bu yazıda, yalñızca “bir sayısını” tartışacağız. Önce Türkçedeki bı̇̄r “1″ sayısını Moğolcada, Mançu-Tuñuzcada, Korecede ma Japoncada arayacağız. Ardından bu yazınıñ diğer bölümlerini oluşturan yazılarda sırasıyla Moğolcaki nigen “bir” sayısını, Mançu-Tuñuzcadaki umūn “bir” sayısını, Korecedeki hana “bir” sayısını ve soñ olarak Japoncadaki hitotsu “bir” sözcüğünü diğer dillerde arayacağız. Şimdiden söyleyeyim, Japonca hito(tsu) ile Türkçe bir sözcükleri tümüyle denk sözcüklerdir! Birazdan bunuñ köken açıklamasını da yapacağım.

Türk dilleriniñ tümünde “bir sayısı” kavramı aynı sözcükle karşılanır: bı̇̄r. Tek ayrım, her Türk diliniñ kendine özgü ses değişimlerine göre sözcüğüñ biçim değiştirmiş olmasıdır. Tüm eski ağızlarda bu sözcük (Orhun ağzı, Eski Uygur ağızları, Karahanlı Türkçesi, …) b- ile başlar, çağdaş dilleriñ bir bölümünde ilk ses p- olmuştur. Eski ağızlardan yalñızca Karahanlı Türkçesinde /i/ uzundur, çağdaş dillerde ise yalñızca Yakutçada uzunluk korunmuştur. Soñdaki /r/ sesi Halaçça ve kimi Türkiye Türkçesi ağızları dışında hep korunmuştur. Çuvaşçada /r/ ikizdir çünkü Türkçede sayı adları, işlevine göre vurgu alır (ikki, yeddi, sekkiz, dokkuz gibi). Çuvaşçada pi̯rre̯, Azerbaycan Türkçesinde birədi “birlikte”, Tatar Türkçesinde pi̯rəy “herhangi bir”, Hakas Türkçesinde pray “tümü” ve Yakutçada da bı̇̄r “bir” biçimleriniñ bulunması nédeniyle, Çuvaş Türkçesi dâhil tüm Türkçeleriñ atası olan dilde, kısaca İlk Türkçede bu sözcük, *bı̇̄re̯ olarak tasarlanmalıdır (soñdaki /e/ sesi vurgusuzdur).

Moğolcaya baktığımız zaman “bir sayısı” kavramı başka sözcükle ifâde édiliyor. Ancak Türkçedeki démin söylediğim birtakım biçimleriñ añlamlarına bakınca “herbir, herhangi bir, tümü” gibi anlamlar yakalayabiliriz. Dahası, Türkiye Türkçesinde bile birey birey (Eski Türkçede biregü) ma bir bir ikilemelerinde “her; değme bir” añlamları olduğu görülür. O yüzden sayıları karşılaştırırken yalñızca “bir” añlamındaki sözcüklere değil, ayrıca Moğolcada “her, herbir, tümü” añlamdaki sözcüklere de bakmamız gerekir!

Gerçekten de Halha Moğolcasında bür “her; tümü” añlamında bir sözcük bulunur. Bu sözcüğü Orta Moğolcada buri ma Yazılı Moğolcada büri olarak buluruz. Bu da bize sözcüğüñ Eski Moğolcada *büri olması gerektiğini söyler. Moğolcada dudak ünsüzlerinden (/b, m, p/) soñra yuvarlaklaşma çok sık déñ gelinen bir durumdur (özellikle akıcı ünsüzler, /r/ ma /l/ varsa). Burada da görüldüğü gibi /ü/ sesi, bir dudak ünsüzü olan /b/’den soñra gelmiştir, dahası soñrasında /r/ vardır. Bu yüzden sözcük İlk ya da erken Ana Moğolcada *bı̇̄ri olarak tasarlanmalıdır (bu biçimiñ uzun ünlülü olup olmadığını bilemeyiz ancak öyle varsayarak yazımı sürdüreceğim). Türkçedeki sözcükleriñ Moğolca déñtaşları için soñda ek bir ünlü bulunması çok sık bir durumdur. Bu durum, Moğolca ile Türkçe sözcüğüñ önceden bu sese sahip olduğunu düşündürür. Ancak bunuñ gerçekten böyle olduğunu anca Türkçedeki biçimlerden añlayabiliriz, yoksa ünlü türemesi olması da olanaklıdır. Yukarıda İlk Türkçe biçimiñ *bı̇̄re̯ olması gerektiğini, yalñızca Türkçedeki biçimlere bakarak söylediğimiz için Moğolcadaki soñ ses /i/ niñ birincil olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Dahası, İlk Türkçe soñ ses -e/-a iken Moğolcada buna déñ gelen ses -i olduğundan bu déñlik oldukça güçlüdür.

Ana/İlk Moğolca *bı̇̄ri ile İlk Türkçe *bı̇̄re̯ sözcükleriniñ tüm kurallar kapsamında tutarlı bir déñlik oluşturması Türkçe ile Moğolca sözcükleriñ éş kökten geldiğini güvence altına almaz. Bunuñ için daha çoğu gerekir, çünkü Altay Dil Kuramı, yalñızca Moğolca ile Türkçeniñ kandaşlığını değil, Mançu-Tuñuzcanıñ da kandaşlığını öne sürmektedir. Japonca ve Korece de dahil édilirse zaten bu déñlik tadından yénmez oluvérir!

Mançu-Tuñuzcada da “bir sayısı” yukarıda da söylediğimiz gibi çok başka bir sözcükle ifâde édilir: umūn. Bu nédenle başka bir añlamı gözetmeliyiz. Né yazık ki, böyle bir sözcüğe aday hiçbir sözcük bulabilmiş değilim. Mançu-Tuñuzca yazılı bélgeler açısından oldukça kısıtlı bir varlığa sahiptir, eñ érken örnekler de 17. yüzyıl gibi çok yakın bir târihe aittir. Yiñe de bu hevesimizi kırmasın çünkü eğer Japonca ile Korecede böyle bir sözcük bulursak, Mançu-Tuñuzcada bulmaktan daha değerli bir kanıt elde éderiz. Né de olsa, kurama karşı çıkıldığında Japonca ile Korece kuramıñ eñ zayıf halkaları sayılmaktalar. Eñ zayıf halkası, güçlü bir déñlik vérdiğinde istatistiksel olarak da daha olanaksız bir durumuñ kanıtı olacağı için bilimciler bu durumları oldukça kandırıcı bulurlar.

Korecede “bir sayısı” kavramı háná diye bir sözcükle ifâde édildiği için başka sözcüklere bakacağız. Ben ararken sözlüklerde önce “ilk, birinci, her” gibi añlamları aratıyorum. Gerçekten de bu işe yaradı, daha ayrıntılı aramaya gerek kalmadan bir sözcük bulabildim: piroso “ilk”. Bu sözcük gerçekten de çok ilintili görünmektedir çünkü ilk üç ses tam olarak uyum göstermektedir. Ancak, tabî ki sesler uydu diye sözcükler déñtaş ilân édilemezler!

Korece bir sözcüğüñ Türkçe ve Moğolca bir sözcüğe déñtaş olup olmadığını añlamak için ilk yapılması gereken sınama, geñel ses denkliklerini sağlayıp sağlamadığıdır. Çünkü alıntı olmayan sözcüklerde sesler diliñ kendi gelişimine maruz kaldığı için eñ geñel eşleşmeleri sağlar. Örneğin, Oğuz Türkçesindeki Arapça sözcüklerde söz başındaki /t-/ sesi korunurken Türkçe olan sözcüklerde söz başı /t-/ çoğu zaman /d-/ olur. Bu bize Arapça sözcükleriñ Oğuz Türkçesindeki bu gelişimden soñra dile girdiğini añlatır. Oysa İki dil arasında kandaşlık varsa, söz konusu sözcük iki diliñ de öz sözcüğü olacağından tüm sesçil gelişmeleri yaşamış olmalıdır ve kurallılığı bozmaktan geri kalmalıdır. Kısaca sözcük, iki dil arasındaki eñ ana ses gelişimlerini aksatmadan yaşamış olmalıdır.

Korece ile Türkçe arasında kurallı birçok ses denkliği bulunur. Bulduğumuz sözcüğe uygun olarak, Türkçe söz başı *b- yérine Korecede *p- bulunması beklenir. Ayrıca /r/ sesiniñ konumuna göre ya /r/ olarak korunması ya da /l/ olması yéterince geñel geçerdir. İlk hece ünlülerinde /i/ Korecede korunur. Bu bilgiler, bulduğumuz sözcüğüñ uygun biçimde ma añlamda olduğunu gösterir. Sözcüğüñ soñundaki +so eki ise Korecede bir yapım ekidir. Orta Korecede aynı sözcük pirıso olarak geçer. Bu nédenle Ana Korece biçimiñ *pı̇̄ri olması gerekir. Bunuñ da Türkçe ile Moğolcadaki biçimlerle né déñli uyumlu olduğunu görebiliyoruz.

Japoncada Tokyo dilinde “bir” añlamındaki sayı adı hitótsu dur. Orta Japoncada aynı sözcük fító biçiminde olup Eski Japoncada pyito biçiminden gelir. Japonca içinde gerçekleşen p- > f- > h- ses evrimi, Altaycadan Türkçeyede gerçekleşmiştir (h-‘li biçimler Halaç Türkçesinde korunur). Ancak bu dönüşümüñ ana nédeni Eski Japoncadaki /p/ sesi ile birlikte bir /y/ sesi olmasıdır. Bu da Ana Japoncadaki biçimde uzun bir /i/ sesi olduğunu gösterir. Söz başındaki /p/ sesiniñ tıpkı Korecede olduğu gibi /b/ sesinden geldiğini biliyoruz. Nétekim, Japonca ile Korece, Ana Altay dilinden diğer dillere göre daha önce ayrılmış olmalıdır. Kısacası, Japonca ile Korece birbirine diğerlerinden daha çok beñzemelidir. Démek ki Japoncadaki “bir” sayısı, Türkçedeki “bir” sayısını ifâde éden sözcükle bir ma éş imiş!

Toparlarsak, aşağıdaki dizini elde éderiz:


---------
Kaynak: http://turkcesivarken.com/altay-dillerinde-sayilar-bir-sayisi-1/

Alıntılayanın notu: ((Dizin için kaynak gösterilen yere bakabilirsiniz. ->))


[Edited at 2013-12-11 19:44 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:43
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"Yeŋi Türkçe Dedikleri" Dec 11, 2013

--Alıntıdır--


Oktay DOĞANGÜN tarafından 14 Ağustos 2009 gününde yazıldı.


Çoğunlukla görülebildiği gibi, Türkçeniŋ bugünkü durumu çok iç açıcı değil. Geŋelde sözü edilen ve eŋ çok rahatsızlık veren şey, Türkçeye giren ve girmekte olan yabancı (özellikle Batı kökenli) sözcükler oluyor. Bunuŋ istenmemesiniŋ yanında, koyu bir biçimde tüm yabancı sözcükleriŋ (Arapça ve Farsça kökenliler de dâhil o
... See more
--Alıntıdır--


Oktay DOĞANGÜN tarafından 14 Ağustos 2009 gününde yazıldı.


Çoğunlukla görülebildiği gibi, Türkçeniŋ bugünkü durumu çok iç açıcı değil. Geŋelde sözü edilen ve eŋ çok rahatsızlık veren şey, Türkçeye giren ve girmekte olan yabancı (özellikle Batı kökenli) sözcükler oluyor. Bunuŋ istenmemesiniŋ yanında, koyu bir biçimde tüm yabancı sözcükleriŋ (Arapça ve Farsça kökenliler de dâhil olmak üzere) dilden atılmasını isteyenler var. Bunuŋ soŋucunda aŋlaşılmaz bir “öz” Türkçe oluştu diyoruz. Ancak bunuŋ karşı duruşu olarak, yabancı sözcükleriŋ girmesini isteyen ve bu sözcükleri övünçle kullananlar da var. Bu da aynı biçimde aŋlaşılmaz bir “Türkçe” oluşturuyor.

Aslında bu tür akımlar ve görüşler, Türkçeniŋ her döneminde ortaya çıkmış. Türkçeyi geliştirme amacında olan ve başarılı olanlardan en soŋuncusu da Atatürk’üŋ “dil devrimi” idi. Tırŋak içine aldım, çünkü bilerek dil ve devrim sözcüklerini kullandım. Bu süreciŋ yavaş ve özünde tamamlanmamış olması nedeniyle bu devrimden çok, bir evrim sayılabilir. Ancak devrimsi yanları da göze çarpıyor. Örŋeğin, bir şeyleri devirmiş, yerine başka bir şey getirmiş. İşte olay da tam burada kopuyor: devrilen ve yerine gelen şeyler ne?!

Bugün, çoğu insanıŋ bunu umursamaması dışında, bunu ya yaŋlış aŋlayanlarıŋ ya da bilerek başka yöne çekenleriŋ olduğunu gözlemledim. Gördüğüm kadarıyla, ya neyiŋ devrilip neyiŋ yerine geldiğini bilmiyoruz, ya da bu durum, bazılarının işine gelmiyor. İşine gelmeme olayını zâten hiç bir zaman aŋlayamadım! Ancak biraz daha saf düşünüp sâdece durumu aŋlamadığımızı varsayalım.



TIRNAK İÇİNDE DİL

Osmanlı’da bir ulus kaygısı olmadığından, ulusal dil aŋlayışı da yoktur. Bu yüzden, yazı dili olarak kullanılan Osmanlıcayı çoğu Türkolog, Türkçe saymaz. Ben bu tartışmaya girmeyeceğim, sadece Osmanlıcanıŋ “Osmanlı ulusçuluğu” kadar yapay bir dil olarak görmekle yetineceğim. Yalnızca sarayın yazışma dili olarak kullanılmış, zamanın aydıŋları tarafından hiçbir şekilde günlük yaşama tümleştirilemeyen bir dildir. Oysa halk hep kendi dilini konuşmuş.

Türkiye’nin resmî dili olan Türkiye Türkçesi, bir Oğuz Türkçesidir. Bunuŋ dışında Oğuz öbeğinde; Azerî Türkçesi, Türkmen Türkçesi ve Gagavuz Türkçesi bulunuyor. Yâni, bunlar 11. yüzyılda tek bir dildi, sonradan ayrılıklar gösterdi. Türkiye Türkçesi de özünde, Oğuzcanıŋ Anadolu Lehçesine dayanır. Buna bazıları Eski Osmanlıca der[1]. Bu lehçe, halk tarafından konuşulurdu. Bu, bizim sandığımız Arapça, Farsça, Türkçe karışımı üçlü dil (lisân’ül salâse) değildir, tersine şu anki konuştuğumuz Türkçeniŋ ta kendisidir! Osmanlı devletiniŋ soŋ zamanlarına doğru bilimde Arapça ve yazınıŋ büyük bir kısmında Farsça kullanılırken halk hâlâ bu Türkçeyi konuşuyordu. Ne var ki, dil devriminde “giden/devrilen” Türkçe bu değildi! Yazınıŋ ilerleyen bölümlerinde savunacağım üzere bu, geri gelen Türkçedir!



TIRNAK İÇİNDE DEVRİM

Mustafa Kemâl Atatürk’üŋ hızlandırdığı dil akımınıŋ devrim tanımına pek uymaması ancak bir devrim edâsı taşıması nedeniyle, buna “devrim” demek gelenek olmuştur. Burada devrim sözcüğü, yapılan şeyiŋ etkisiniŋ büyüklüğünü ifâde eden mecâzî bir kullanımdır. Hattâ, Atatürk’üŋ “dil devrimini” çoğumuz, özellikle eski nesil (örneğin babam), “harf devrimi” ya da “harf inkılâbı” olarak bilir. Çünkü Arap âbecesiniŋ Türk-Latin âbecesine geçişinden ibâret olarak bilinir. Oysa bu iki kavram aslında farklıdır. Harf inkılâbı ya da yeŋiliği, 1928′de olmuştur ve gerçekten sâdece âbeceyi ilgilendirir. Ancak “dil devrimi” diye söz edilen şey, 1932′de başlayıp 1935′te yoğunlaşan süreçtir ve âbece değişimi bunuŋ tetikleyicisidir. Kavramları gerçek anlamlarıyla ifâde etmek istersek, bu olaya “dilde arılaşma, gelişme ve halk diliniŋ resmî yazı dili hâline gelmesi” denilebilir.

Bu akım ile, Anadolu ağızlarından derlemeler yapılmış (Derleme Sözlüğü), eski yapıtlar taranıp Türkçe kökler bulunmuş (Tarama Sözlüğü), Anadolu dışında konuşulan Türk dillerinden yararlanılmış ve Türkçenin sözcük yapımına işlerlik kazandırılmış. Bütün bu girişimlerle ve yazı diliniŋ de toparlanmasıyla, halkıŋ eskiden beri konuştuğu bu Türkçe gelişmeye başlamış. Bu dönemden geri Orta Türkçe dönemi kapanmış ve Oğuz Türkçesiniŋ lehçeleri ayrı birer dil olma durumuna gelmeye başlamış[4]. Bu yüzden bu Türkçeye çoğunlukla “Türkiye Türkçesi” denir. Orta Türkçe dönemindeki Eski Anadolu lehçesiniŋ bugünkü hâlidir.



TIRNAK İÇİNDE ÖZ

Dil devriminden hemen soŋra bu etkiden hareketle bazı çevreler bu işte aşırılığa kaçmıştır. Tarama Sözlüğünden bulunan onca sözcük bazen Türkçe sanılarak bazen yaŋlış aŋlamlarla Türkçeye katılmak istenmiştir. Olduğu gibi aktarılan bu sözcükler yiŋe dile zarar vermiş oldu. Örŋeğin bugün Türkçede hem otağ hem de oda sözcükleri bulunur. Oysa bunlar bir ve aynı sözcüklerdir. Sâdece, oda sözcüğü 13.yy ortalarında henüz ses dönüşümlerini geçirmediği sıralarda otag biçimindeydi. Çağataycanıŋ etkisiyle onu bir süre daha “çadır, oda” olarak kullanmayı sürdürmüşüz. Bu eŋ hafif örŋekti, yoksa dil devriminiŋ ilk ardıllarınıŋ yaptıkları çalışmalar ayrı bir yazı konusudur.

Bugünlerde ise, TDK’ye atfedilen yalancı türetimlerle insanların gözü çok başarılı olarak korkutulmuş görünüyor. “Çok oturgaçlı götürgeç”, “uçan avrat” gibi sözcükler güyâ türetildi. Ne ki bunlar, türetim gücüne zarar vermiş durumda. Örneğin -gaç/-geç yapım eki bu biçimde yitirilmiş. Daha birçok işlekliğini yitirmiş ek sayılabilir. Bunlar bazı görüşlerce Türkçeye yapılan komplolar olarak görülüyor. Biz hâlâ saf düşünmeye devâm edelim.

Eminim çoğu kişi, sözcükleriŋ içinin boşaltığını düşünüyordur. Bir sözcük kullanıldığında, tam olarak o sözcüğüŋ karşıladığı kavram söylemek istenmiş midir gerçekten? O zaman, bu sözcüğüŋ Türkçe ya da yabancı kökenli olması fark eder miydi? İşte bu tür bir durumuŋ olmasınıŋ gerçek nedeni, sözcüğüŋ biçimsel olarak iyi çağrışım yapamamasıdır. Bu durumda bir sözcük, rastgele bir harf diziminden öte değildir. Yabancı sözcükler ister istemez öyledir, Türkçe bir sözcüğüŋ ise çağrışım yapması için Türkçeniŋ yapısı gereği kökünüŋ de konuşulan Türkçeye ait olması bir gerekliliktir. Örŋeğin ardıç kuş dediğimizde ardıç sözcüğünüŋ aŋlamı hiç sorgulanmaz. Sorgulansa bile, bir araştırma yapılmadıkça çağrışım yapacak hiçbir şey bulunmayabilir. Bunuŋ nedeni, Eski Türkçe[2] ār- (dolaşmak, gezinmek) eyleminiŋ Türkiye Türkçesinde bulunmayıp bir iki türeviniŋ[3] kalmasıdır. Eğer bu köküŋ aŋlamını ilk kez duyduysaŋız, artık ardıç sözcüğünüŋ “dolaşan, gezinen” aŋlamını taşıdığı daha çok belirginleşmiş olsa gerek.



TIRNAK İÇİNDE TÜRKÇE

Osmanlı’nıŋ yazı dilindeki yozlaşması bugün halk diline inmiş görünüyor. Ancak bu kez, etki batıdan geliyor. Osmanlı’da da aydınlar doğuya özenip Arapça ve Farsça sözcük ve dil bilgisel yapıları Türkçeye zorla sokmaya çalışmışlardı (neyse ki bu, giden dille birlikte gömüldü). Ne var ki, bugün de aynı tür bir özentilikle Batı dilleri girişiyor. Ancak hâlâ saf davranıp bunun bilinçsizce yapıldığını varsayabiliriz. Ne de olsa benim için bunuŋ bilinçli ya da bilinçsiz olması değil, sonuçta olup olmaması önemli. Bugün, özellikle ’80 sonrası kuşak olarak, çok az sözcükle konuşuyor ve yazıyoruz. Zâten okuduğumuzu ya da yazdığımızı kimse savunamaz. Demek ki düşünce üretmiyoruz ki yazma gereksinimimiz olmuyor!

Türkleriŋ tarihine bakıldığında, özünde çok yazdığımız görülüyor. Durmadan yazmışız. Her gittiğimiz yerde her gördüğümüz şeyi yazmışız. Eŋ yakın örŋekle, şu ânda sadece Osmanlı Devlet arşivleri bile Avrupa’nıŋ o zamana kadar ulaşamadığı sayıda belge içeriyor[4]. Ancak 20. yüzyılın ortalarına gelindiğinde ne okur ne de yazar olduğumuzu görüyoruz. Şu ânda herhangi bir konudaki Türkçe kaynaklarıŋ azlığı herkesiŋ dikkatini çekmiştir. Çoğu dal için, bazı konularda Türkçe hiçbir kaynağa deŋ gelinmiyor. Bilgi üretmekten yoksun olsak bile, çeviri kültürümüzüŋ de gelişmediği çok açık. Diğer uluslar ise ellerine geçen her şeyi çevirir, bildikleri her şeyi yazar olmuşlar. Rolleri değiştirmişiz.

Eğer düşünce ya da bilgi üretseydik, tartışsaydık, konuşsaydık, yazsaydık, okusaydık; daha fazla sözcük bilme gereksinimi duyardık diye düşünüyorum. Böylece 500 sözcükle yetinmezdik (sayıyı salladım). Türkçeniŋ yetmediğini düşünmez ve bu yüzden, yabancı sözcükleriŋ girmesine izin vermezdik (onlar da girmeye can atmıyorlar ya!). İşte bu durum, “dil devrimi”yle “geri” gelen Türkçe sayılamaz; bu 500 sözcüklük dil, Türkiye Türkçesi sayılamaz. Asıl bu şey, tırnak içinde “Türkçe”dir.



Dipçe.

[1] Fuat Bozkurt, “Türklerin Dili”, Kapı 2005, sayfa 330.
[2] 5. yüzyıl ile 11. yüzyıl arası konuşulan Türkçe, Osmanlıca değil…
[3] “art”, ”yorgun argın olmak”, ”aramak”, …
[4] Jean Paul Roux, “Türklerin Tarihi”, Kabalcı 2005.

---------
Kaynak: http://turkcesivarken.com/yeni-turkce-dedikleri/
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:43
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"Türkçeniñ Dil Ailesi" Dec 11, 2013

--Alıntıdır--

Alp BEYLİKLİ tarafından 25 Mart 2013 gününde yazıldı.
....................................................................................

Türkçeniñ hañgi dil ailesine mensup olduğu kimi çevrelerce hâlâ tartışılmaktadır. Türkçe, kimilerine göre Ural-Altay Dil Ailesine mensuptur. Ancak bu görüş yañlıştır, çünkü Ural-Altay Dilleri Ailesi diye bir dil ailesi olmadığı, Ural Dilleri Ailesiniñ müstakil bir dil
... See more
--Alıntıdır--

Alp BEYLİKLİ tarafından 25 Mart 2013 gününde yazıldı.
....................................................................................

Türkçeniñ hañgi dil ailesine mensup olduğu kimi çevrelerce hâlâ tartışılmaktadır. Türkçe, kimilerine göre Ural-Altay Dil Ailesine mensuptur. Ancak bu görüş yañlıştır, çünkü Ural-Altay Dilleri Ailesi diye bir dil ailesi olmadığı, Ural Dilleri Ailesiniñ müstakil bir dil ailesi olduğu saptanmıştır.

Bu görüşüñ yañlışlığı añlaşıldıktan soñra, Türkçeniñ Altay Dilleri Ailesine mensup olduğu söylenmeye başlandı. Ancak, yaklaşık 50 yıl öñce Altay Dilleri Ailesi diye bir dil ailesiniñ de olmadığı kesin olarak saptanmıştır. Aynı dil ailesine mensup olan dillerde, temel nesne adları, uzuv adları, temel fiiller ve özellikle sayılar beñzeşirler. Çünkü bu temel adlar ortak bir kökten gelmektedirler. Altay Dilleri Ailesi adı altında toplanan diller şunlardı; Türk Dilleri, Moğol Dilleri, Mançu-Tunguz Dilleri. Hatta kimileri bu aileye Japonca ve Koreceyi de ekliyorlardı.

Aynı dil ailesine mensup olan dillerdeki sayı adlarına dair örneklere bir bakalım. Ural Dilleri Ailesindeki sayılar;

Fince: üksi kaksi kolme nelyä viisi kuusi seitsemän kahdeksan ühdeksän kümmenen
Estonca: üks kaks kolm neli viis kuus seitse kaheksa üheksa kümme
Vepsçe: ühsi kahsi kölmöd nellä viisi kuusi seitse kahösa ühesä kümme

Bir diğer örnek de, Hami-Sami Dilleri Ailesinden;

Amharca: ahadu klietu selstu arbaetu hamstu slestu sebatu sementu tesiatu asertu
Arapça: wahid isnan selase arba’a hamse sitte sab’a tamaniyye tis’a aşara
İbranca: ehad şnayim şloşa arba’a hamişa şişa şiv’a şmona tiş’a assara

Hint-Avrupa Dilleri zaten oldukça meşhur diller olduklarından onlardan örnek veremeye gerek yok. Sadece bir örnek verelim; Farsça du, İngilizce two, Litvanca dú, İrlandaca dó “iki“…

Şimdi de bir zamanlar akraba oldukları iddia edilen ve Altay Dilleri adı altında toplanan dillere bakalım;

Türkçe: bir iki üç dört beş altı yedi sekiz dokuz on
Moğolca: neg khoyor gurav döröv tav corgaa doloo naym yös arav
Mançuca-Tunguzca: emu juwe ilan duin sunja ninggun nadan jakuun uyun juwan

Bu muhayyel dil ailesine Japonca ile Koreceyi ekleyenler de olduğundan, o dillerdeki sayıları da yazalım;

Japonca: içi ni san şi go roku şiçi haçi ku cuu
Korece: il i sam sa o yuk çil pal gu sip

Görüldüğü gibi, Altay Dilleri Ailesi diye bir dil ailesiniñ olmadığı, daha eñ başta, sayı adları gibi temel sözcükleriñ beñzeşmemesinden bellidir. Bu dillerde, diğer temel sözcüklerde de (akrabalık adları, uzuv adları, temel fiiller vb.) bir ortaklık söz konusu değildir.

Eskiden, Altay Dilleri Ailesi adı altında toplanan dilleriñ, tümünüñ ayrı birer dil ailesi olduğu tesbit edilmiştir. Yani, söz konusu dil aileleri; Türk Dilleri Ailesi, Moğol Dilleri Ailesi, Mançu-Tunguz Dilleri Ailesi’dir.

Türk Dilleri Ailesindeki sayılara bakalım;

Türkçe: bir iki üç dört beş altı yedi sekiz dokuz on
Kazakça: bir éki üş tört bes altı jeti segiz togız on
Uygurca: bir ikki üç tört beş altä yettä sekkiz tokkuz on
Azerice: bir iki üç dörd beş altı yeddi sekkiz dokkuz on
Hakasça: pir iki üs tört pes altı çeti segis togıs on
Yakutça (Sahaca): biir ikki üs tüört bies alta sette ağıs toğus uon

Görüldüğü gibi, bu sayı adlarınıñ ortak bir kökten geldikleri açıktır. Hemen, Türk Dillerindeki ses deñliklerine ilişkin kısa birkaç bilgi verelim. Oğuz dillerinde /y-/ ile başlayan sözler, Kıpçak dillerinde /c-/ ancak Kazakçada /j-/, Güney Sibirya bölgesi dillerinde /ç-/, Sahacada ise /s-/ ile başlar. Örneğin, Oğuz dillerinde yol = Kazakça jol = Kırgızca col = Hakasça çol = Sahaca suol biçimindedir. Bu nedenle Türkçe yedi = Kazakça jeti = Kırgızca cedi = Hakasça çeti = Sahaca sette biçiminde sesletilir. Oğuz, Kıpçak ve Karluk dillerinde /s-/ ile başlayan sözler ise Sahacada (Yakutça) s’lerini yitirir. Bu nedenle segiz/sekiz = Sahacada ağıs, sen = en, semiz = emis, süt = üüt biçimindedir.

Japonca, Japon Dilleri Ailesi’ne mensuptur. Pek bilinmeyen bir dil ailesi olan Japon-Ryukyu Dilleri Ailesindeki kimi diller şunlardır; Japonca, Kyuşuca, Amamice, Okinavaca, Yonagunice vb. Bu dilleriñ konuşucu sayıları oldukça azalmıştır. Japonyadaki herkes geñel dil olan Japoncayı benimsemiştir.

Korece, eski Koguryo Dilleri Ailesine mensuptur. Eskiden yarımadanıñ güneyinde konuşulmakta olan Sillaca, Bekçe gibi dilleriñ konuşucuları zaman içinde Koreceyi benimsemişlerdir. Bugünkü Kore yarımadasınıñ kuzeyindeki bölgede eskiden konuşulmakta olan Koguryoca da ölünce, bugün bu dil ailesinden geriye kalan tek dil Korece olmuştur.

Moğolca ise Moğol Dilleri Ailesine mensup bir dildir. Sanıldığı gibi Türkçe ile bir akrabalığı yoktur. İncelendiğinde, Moğolcada çok açık bir biçimde iki ayrı sözcük katmanı olduğu görülmektedir. Birinci katman daha eski olan ve “Öz Moğolca” diyebileceğimiz sözcüklerken, ikinci katman daha yeñi olup Türkçeden alıntılanmış sözcüklerdir. Moğolcanıñ söz dağarcığınıñ yaklaşık %45′ini Türkçe kökenli sözcükler oluşturmaktadır. Ancak bu alıntılar, iki dili akraba yapmaz. Moğolcada sözcükleriñ dışında, Türkçeden alıntılanan ekler de söz konusudur. Bunca ortak sözcük ve ekten dolayı, bu iki diliñ akraba olabileceği düşünülmüş ve Altay Dilleri tezi ortaya atılmıştır. Söz gelimi Moğolca tegerme “değirmen” > tegermeci “değirmenci” demektir ancak bu sözcük ve ek ortak değil, Türkçeden alıntıdır. Çoğu, adıñı duymadığımız diller olan Moğol Dillerinden kimileri şunlardır; Halhaca (Moğolca diye bildiğimiz diliñ diğer adıdır), Buryatça, Ordosça, Dagurca, Mongurca vb. Bir dil ailesine, ille de Altay Dilleri Ailesi adı verilecekse, bu ad Moğol Dilleri Ailesine verilmelidir.

Türkbilim (Türkoloji) ile ilgilenen biri olduğumdan, bu konularla ilgili sıkça karşılaştığım sorular var. Bu sorularıñ eñ sık sorulanını, eñ bilindik dil ailesi olan Hint-Avrupa Dilleri Ailesinden vereceğim karşılaştırmalı örneklerle yanıtlayacağım.

Soru: “Bizler, neden Kazaklarla añlaşamıyoruz? Onlar da Türkçe konuşmuyorlar mı?”

Yanıt: Kazaklar, Türkçe değil Kazakça konuşuyorlar. Dilleriniñ kendi dillerindeki adıyla; Qazaqşa. Bir Türk ile Kazak’ıñ añlaşamaması gayet doğaldır. Aynı dil ailesinden gelen dilleri konuşanlarıñ añlaşabilmeleri gerekmez. Öte yandan, Kazakça, Türk Dilleri Ailesiniñ, Kıpçak alt ailesinden gelir. Türkçe ise Oğuz alt ailesindendir. Yani bu durum aynen İtalyanca ile Almanca’nıñ durumuna beñzer. İtalyanca, Hint-Avrupa Dilleri Ailesiniñ, Latin alt ailesindendir, Almanca ise Cermen alt ailesinden. Hiç kimse aynı dil ailesinden oldukları için bir Alman ile İtalyan’ıñ añlaşabilmeleri gerektiğini düşünmez. Ayrıca bir İtalyan ile Alman’ıñ añlaşabilme oranı %0 iken, Türk ile Kazak’ıñ añlaşabilme oranı %40-45′tir. Alt aileler arası bu denli bir añlaşma oranı, diğer dil ailelerinde nadir rastlanabilen bir durumdur. Beñzer bir biçimde, Rus ile Kürt, Yunan ile Norveçli, Hintli ile İsveçli, Ermeni ile İrlandalı da añlaşamaz, añlaşabilmelerini beklemek de mantıklı değildir. Bu örneklerle birebir beñzeyen Türk, Kazak, Çuvaş, Uygur, Özbek, Hakas’ıñ da añlaşabilmelerini beklemek mantıksız olacaktır.



Alp Beylikli
Kaynak: http://turkcesivarken.com/turkcenin-dil-ailesi/
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:43
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"Flüt mü Kaval mı?" Dec 13, 2013

--Alıntıdır--


Süreyya ÜLKER tarafından 25 Temmuz 2010 gününde yazıldı.
.................................................................................................

İlkokula giden oğlum flüt öğrencesi alıyordu.Flütünden söz ettikçe ben de bunun Türkçesinin kaval olduğunu söylüyordum. Öğretmeni flütle kavalın ayrı çalgılar olduğunu söylemiş. Bunun üzerine konuyu araştırma gereğini duydum.

Flüt s
... See more
--Alıntıdır--


Süreyya ÜLKER tarafından 25 Temmuz 2010 gününde yazıldı.
.................................................................................................

İlkokula giden oğlum flüt öğrencesi alıyordu.Flütünden söz ettikçe ben de bunun Türkçesinin kaval olduğunu söylüyordum. Öğretmeni flütle kavalın ayrı çalgılar olduğunu söylemiş. Bunun üzerine konuyu araştırma gereğini duydum.

Flüt sözü Fransızca flûte’ten bozma (1, 27). Fransızca flûte’un kökeniyse Latince flabeolum’a dayanıyor (46). Sözcüğün İtalyancası flauto olup, bu söz de dilimize flavta biçiminde girmiş. Sözcüğün İngilizcesi olan flute da Fransızca flûte’ten bozma (46). Sözcüğün Almanca biçimiyse Flöte.

Dar anlamda flüt sözü yan tutularak çalınan bir üflemeli çalgıyı tanımlıyor. Bu çalgının özgül adı transvers flüt. Buna oblik flüt, yan flüt de deniyor. Almancası Querflöte; Fransızcası flûte oblique (20), flûte traversière; İngilizcesi cross flute, transverse flute; İtalyancası flauto traverso.

Geniş anlamdaysa flüt sözü yan tutularak çalınan biçimlerinin yanı sıra düz tutularak çalınan biçimleri de bulunan bir üflemeli çalgı çoluğunu (familya) tanımlıyor. Bu anlamdaki flütün Osmanlıcası yeraayı müsakkab (33). Bu söz Arapça yeraa-i müsakkab’dan bozma. Sözlük anlamı delik kamış. Flüt sözünün dilimizdeki doğal karşılığı kanımızca kavaldır. Bu kavramın Yunancası aulos, Latincesi tibia’dır (7). Tibia’nın Latincedeki sözlük anlamı kaval kemiği’dir. Romalılar bu çalgıyı adı geçen kemikten yaptıklarından dolayı böyle adlandırılmıştır. Almancada da özleyin kaval kemiği anlamına gelen Schwegel (49) sözü bu anlamda kullanılır. Farsçada bu kavram kamış anlamına gelen nay sözüyle karşılanmaktadır. Benzeri bir yaklaşımla yine kamış anlamına gelen Çerkezce kamıl sözü o dilde flüt anlamına da gelmektedir (24). Eren 1942’de yazdığı Macarca bir yazıda Çuvaşçada sap anlamına gelen hamal sözünün Türkçe kamışın karşılığı olduğunu belirtmiş, Osetçe kamıl’ın da Türkçeden kalma bir alıntı olabileceğini dile getirmiştir (13). Kamıl sözü Kazan Türkçesinde tıkaç anlamına gelmektedir (25). Paasonen ile Egorov bu sözü de Çuvaşça hamal ile birleştirmektedir (13). Kùnos’a göreyse bu söz Rusça komel’den bozmadır (25). Bu verilerden Çerkezcede flüt, kamış anlamlarına gelen kamıl sözünün Türkçe kamış sözünün eski Bulgar Türkçesindeki biçimi olabileceği anlaşılmaktadır. Bulgar Türklerinin Kuban’da Çerkezler, Alanlarla (Osetlerin ataları) iç içe yaşamış oldukları, Kuban Bulgarlarının Kıpçaklaşmış torunları oldukları düşünülen Karaçay-Malkar Türklerinin bugün de Kuzey Kafkas’ta yaşadıkları göz önüne alınırsa bu sav doğru olabilir. Karaçay-Malkar Türkçesinde kamil ağaçtan yapılma fincan, kâse anlamlarına geliyor (39). Karaçaycada kamışa da kamiş deniyor (39). Dolayısıyla buradaki kamil sözünün kamıl’ın eşdeğeri olduğu anlaşılıyor.

Flüte Arapçada yeraa-i müsakkab’ın yanı sıra kaval da deniyor. Türkçe ile Arapçada ortak olan (30), Türkçeden Bulgarca (30) ile Makedoncaya (9) da geçen kaval sözünün kökeni ayrı bir tartışma konusudur. Ahmet Vefik Paşa’ya göre bu söz Türkçe kav kökünün türevidir (2). Şemsettin Sami’ye göre Türkçe kaval sözü içi boş boru anlamına gelir. Bugünkü anlamının özgün biçimiyse kaval düdük’tür. Ona göre Arapçada geveze anlamına gelen kavval sözü de Türkçe kavaldan bozmadır (17). Çalgıbilimci Sachs’a göre de kaval Türkçedir (20). Ferheng-i Şuurî’ye göreyse kaval sözü Arapça kavvaldan bozmadır (20). Hüseyin Kâzım Kadri’ye göre kaval sözü Yunanca aulos’tan bozmadır (20).Eyuboğlu’na göre sap anlamına gelen Yunanca kaulos’tan bozmadır (14). Ona göre Yunancada kaval anlamına gelen aulos sözü de kaulos’tan bozmadır. Webster ise bu iki sözü birleştirmemektedir (46).Webster’e göre Yunanca aulos’un Latince eşdeğerleri alveus ile alvus, kaulos’unkiyse caulis’tir (46). Yunanca kaulos Sanskritçe “kulyâ: içi boş” sözüyle de birleştirilebilir (46). Nişanyan kaval sözünün kökenine soru imi koymuştur (31).

Tuğlacı dikiş dilinde boy sözünün eşanlamlısı olan bir kavalo sözüne yer verip “pantolonun ağıyla paçası arasındaki uzunluk” olduğunu belirtmiş, kökeni konusunda bilgi vermemiştir (40). Bu sözü başka sözlüklerde bulamadık. Batı dillerinde bu anlama gelen benzeri bir söz de bulamadık.

Mısır Arapçasında çifte flüte kavala denmektedir. Bu söze Türkçe sözlüğün yeni basısında da yer verilmiş, Arapça bir alıntı olduğu belirtilmemiştir (1). Bu, adı geçen sözün Türkçeden Arapçaya geçen bir veri olabileceğinin düşünüldüğü biçiminde yorumlanabilir. Dilimizde bir de deniz kıyısında yer alan salaş dam anlamına gelen bir kavala sözü var ki (2, 40) Latincede ağıl anlamına gelen caulae (boş anlamına gelen cavus’un çoğulu) (7) sözüyle birleştirilebileceğini düşünüyoruz.

Bu veriler ışığında kaval sözünün özleyin kav sözünden türetilmiş bir Türkçe nitem olduğunu, bugünse eski biçimi kaval düdük olan bir çalgının adı olduğunu düşünüyoruz. Yivsiz tüfeğe kaval tüfek denmesi (1, 27), Erzurum-Kars illerimizle (10) Odlaryurdu’nda (Azerbaycan) (19) tefe gaval denmesi bu görüşü arkalayan verilerdir.

Flütün, daha çok güdücülerin çaldığı yalınç biçimine flajole denir (35). Bu söz de kökenini flüt sözü gibi, Latince flabeolum’dan alır. Flabeolum’un eski Fransızcası olan flajol sözünün türevi olan flajolet sözü çağdaş Fransızcada flageolet olmuş (46), bu da dilimize flajole biçiminde geçmiştir. Bu söz Almancada Flageolett, İngilizcede flageolet, İtalyancada flagioletto, İspanyolcada flajole biçimini almıştır. Güdücü flütü anlamına gelmek üzere Almancada Hirtenflöte, İngilizcede shepherd’s pipe (33, 46), Farsçada nay-ı çubanî, Tacikçede noy-ı çobonî (32), Osmanlıcada kaval-ı çoban (32) sözleri kullanılır.Fransızcada özleyin zurna anlamına gelen chalumeau sözü bugün daha çok flajole anlamında kullanılmaktadır (18, 20, 34). Bu söz Yunancada kamış anlamına gelen kalamos sözünün türevi olan kalameia sözünün Latince biçimi olan calamellus’tan gelir (46). Kimi sözlüklerimize şalumo (42), şalümo (20, 40) biçimlerinde girmiştir.

Flajoleye Magrip Arapçasında kasaba denmektedir (3). Bu söz de özleyin kamış anlamına gelmektedir. Osmanlı dilgibilim (anatomi) dilinde bu söz soluman (bronş) anlamına gelmekteydi (23, 29, 43, 51). Kaval kemiğine de azm-ı kasaba denmekteydi (23, 29, 43, 51).

Gerek sözlüklerimiz, gerek mırıncılarımız (müzisyen) Türkçe kaval sözünü flajole anlamında kullanmak eğilimindedirler. Oysa flajolenin dilimizdeki doğal karşılığı çoban kavalı’dır. Farsça çuban’dan bozma çoban sözünden kurtulmak için bu söz güdücü kavalı biçiminde özleştirilebilir; çünkü çoban sözünün halk dilimizdeki karşılıkları güder, güdücü’dür (10). Nitekim bu çalgının Osmanlıca adı yukarıda da belirttiğimiz gibi kaval-ı çoban’dır (32). Kaval sözünün anlamını flajoleyle ereylendirme eğiliminin altında kanımızca iki neden yatmaktadır. Bunlardan birincisi flajolenin halk çalgısı olması, dolayısıyla flütün en yaygın biçimi olmasıdır. Bu, kimi başka dillerde de böyledir. Örneğin Almancada Flöte geniş anlamda flüt, Hirtenflöte ise flajoledir. Sözlüklerde böyle yazılıdır. Ancak konuşma dilinde flajoleye Hirtenflöte denmez, kısaca Flöte denir. Flöte sözü güdücüyü, güdücü sözü de Flöte’yi çağrıştırır. İkinci bir nedense bizde Türkçe kökenli sözcükleri ilkel nesnelere yakıştırıp bunların daha gelişmiş biçimlerini yad sözlerle adlandırma alışkanlığıdır. Dolayısıyla kaval sözünün flüt anlamına geldiği, flajolenin karşılığınınsa güdücü kavalı olduğu kanısındayız. Nitekim Şemsettin Sami’nin Türkçeden Fransızcaya lûgati’nde kavalın Fransızca karşılığı flûte olarak verilmiştir (16). Adı geçen yazarın Resimli kamus-ı Fransavî’sindeyse Fransızca flûte’ün karşılığı düdük olarak verilmiştir (18). Türkçe düdük sözünü aşağıda ayrıca ele alacağız.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Romalılar flüte tibia demekteydi. Bu söz özleyin kaval kemiği anlamına gelmekteydi. Romalılar flütlerini bu kemikten yaparlardı. Tibia sözü bir dirgerlik terimi olduğundan sözlüğümüzde de yer almakta olup dirgerlikdışı anlamı kaval olarak verilmiştir (45). Flüt sözünün kaynağı olan Latince flabeolum sözüyse Roma döneminden sonra türetilmiş yeni bir terimdir.

Kaval sözü dilgibilim (anatomi) dilinde soluk borusu anlamına gelmektedir. Sözcüğe bu anlam İşçil-Elöve’ce yüklenmiş (23) olup bizce de benimsenmiştir (15, 45). İşçil-Elöve Latince adı tracheitis olan soluk borusu yangısına kavalca denmesini önermiş (23), bu önerileri de bizce benimsenmiştir (45).

Kaval sözünün flütün geniş anlamının karşılığı olduğu benimsendikten sonra flütün dar anlamının bugün kullanılan karşılığı olan yan flütün yan kaval biçiminde özleştirilmesi gerekir. Bu çalgıya, bir başka adı olan oblik flütün çevirisi olarak eğik kaval da denebilir.

Düz tutularak çalınan flüte ülkemizde blok flüt, düz flüt, flütdüs, kaval flüt denmektedir. Bu çalgının adı da düz kaval biçiminde düzeltilmelidir. Bu çalgının adlarından olan flütdüs Fransızcada tatlı kaval anlamına gelen flûte douce’ten bozmadır. Bu çalgıya Fransızcada düz kaval anlamına gelmek üzere flûte droite de denir (20). Çalgının ülkemizde en bilinen adı olan blok flüt sözü Almanca Blockflöte’den bozmadır. Bu çalgıya Almancada boyuna flüt anlamına gelmek üzere Längsflöte de denir (49). Adı geçen çalgının İngilizce adlarıysa English flute ile recorder’dır. İtalyancadaysa Fransızcada olduğu gibi tatlı kaval anlamına gelen flauto dolce terimi kullanılır.

Güdücü kavalıyla birlikte ele alınması gereken bir kavram çoban düdüğü’dür. Güdücü düdüğü biçiminde özleştirilmesi gereken bu terimin güdücülerin çaldığı kaval, zurna, mey, gayda gibi her türlü üflemeli çalgıyı kapsaması gerektiği kanısındayız. Bu kavram İtalyancada piffara, piffaro, piffero terimleriyle adlandırılmaktadır (46). Bu sözlerin kökeni boru anlamına gelen Latince pipa sözüne dayanmaktadır (46).

Bu arada kavalların dilli, dilsiz olmak üzere ikiye ayrıldıklarını, gelişmiş kavalların genellikle dilli olduklarını, güdücü kavallarınınsa genellikle dilsiz olduklarını belirtmekte yarar görüyoruz (38).

Kavalın Farsça adı olan nay sözü Osmanlıcaya da geçmiştir (33). Bu söz dar anlamda, adı geçen çalgının uzun biçimlerini tanımlar. Nayın bu anlamının dilimizdeki doğal karşılığı uzun kaval’dır. Nay sözü ayrıca, daha çok Mevlevîlerin eğik tutarak çaldıkları, kamıştan yapılmış bir çeşit kavalın da adıdır. Bu çalgı ülkemizde daha çok ney adıyla bilinir. Bu çalgının eski kaynaklarda yer alan Türkçe karşılığı düdük’tür (37). Düdük sözünün bu anlamı İnegöllü Yusuf oğlu Mehmet oğlu Mustafa’nın 16. yy’de Farsçadan Türkçeye düzenlediği “Câmi-ül Fürs” adlı sözlükte yer almaktadır (37). Yine o kaynağa göre neyzene düdük çalıcı denmektedir (37). Amasyalı Deşişî Mehmet Efendi’nin 1580 yılında Mısır Beylerbeyi Hasan Paşa adına “Et-tuhfet-üs-seniyye” adıyla düzenlediği Farsçadan Türkçeye sözlükteyse Farsça nayzen’in karşılığı düdükçü olarak verilmiştir (37). 16. yy bilginlerinden Musa Merkez Efendi oğlu Mehmet Efendi’nin “Babus-ül-vâsıt” adlı Arapçadan Türkçeye sözlüğündeyse Arapçada yan gözle bakış anlamına gelen hızar sözü “birbirine düdükçü bakışı bakmak” biçiminde tanımlanmıştır (37).

Düdük sözünün eski biçimi olan tütek sözü Divan’a dek izlenebilmektedir (11). Divan’da ibrik gibi nesnelerin emziği olarak tanımlanmıştır. Clauson’a göre duman ya da buğu salmak anlamına gelen tütemek eyleminin türevidir (8). Bu eylemin kendisi Divan’da yer almamakla birlikte tütetmek biçimindeki türevi yer almaktadır (11). Bugün bu anlamda kullandığımız tütmek eylemi tütemekten bozmadır (8). Özleyin emzik anlamına gelen bu söz zaman içerisinde ses çıkaran boruların genel adı olmuştur. Odlaryurdu’nun (Azerbaycan) kimi yörelerinde kimi kaval çeşitlerine düdük, kimi yörelerindeyse tütek denmektedir (4, 32).

Genel dilimizde düdük sözü, içinden hava ya da buğu geçirilince keskin ses çıkaran im aracı anlamında kullanılmaktadır (1, 27). Halk dilimizde boru, kaval anlamlarında da kullanılmaktadır (10). Dirgerlik dilinde düdük sözü gırtlak (10, 15, 45), düdüklük ise kolka (aorta) (10, 15, 36, 45) anlamına gelmektedir.

Eyuboğlu düdüğün Rusçasının dudha, dudeşka; Sırpçasının dudka, dudak olduğunu belirtmiş; ancak bu sözlerin adı geçen dillere Türkçeden geçip geçmediği yolunda bilgi vermemiştir (14). Blaskovics Çekçede gayda anlamına gelen dudy sözünün Osmanlıca düdük sözünden bozma olduğunu belirtmektedir (5). Ünlü çalgıbilimci Sachs Almancada gayda anlamına gelen Dudelsack sözüyle bu sözün kaynağı olan dudeln eyleminin Türkçe düdükten bozma olduğu kanısındadır (21); ancak Brockhaus’a göre dudeln eylemi yansımadır (6). Öten nesnelerin düt diye ses çıkarması eski Türkçe tüte- kökünün de yansıma olabileceğini ister istemez düşündürmektedir.

Türklerin mey ya da balaban dedikleri yumuşak sesli zurnaya Ermeniler duduk, Gürcüler duduki demektedir (41). Ermeni kaynakları buradaki duduk sözünün Rusça bir alıntı olduğunu savunmakta, bir yandan da bunun öz Ermenicesi olan dziranapog sözünü yerleştirmeye çalışmaktadırlar (44). Bu söz kayısı ağacı anlamına gelmektedir. Ermenice duduğun Türkçe düdükten bozma olmayıp Rusça bir alıntı olduğu yolundaki görüşü inandırıcı bulmuyoruz.

Ney anlamındaki Farsça nay sözü Arapçaya da geçmiştir. Bu çalgıya Mısır’da ayrıca selamiye, suffara adları da verilmektedir (50). Bunlardan ilkinin zurna anlamına gelen Yunanca kalameia’dan bozma olduğunu sanıyoruz. İkincisiyse Arapçada özleyin im aracı olarak kullanılan düdük (whistle) anlamına gelmektedir. İngilizcedeyse neye kamış boru anlamına gelmek üzere reedpipe denmektedir (33).

Nay sözünün türevi olan Farsça nayçe sözünün sözlük anlamı kamışçıktır. Osmanlıcaya da girmiş olan bu söz (33) güdücü kavalı, kısa kaval anlamlarına gelmektedir. İkinci anlamı ülkemizde daha çok neyçe sözüyle adlandırılmaktadır. Neyçe sözü dokumacıların kullandığı küçük kamışın da adıdır (1, 27). Bunun adının kavalcık biçiminde özleştirilebileceğini düşünüyoruz.

Ağaçtan oyulan uzun kavala halk dilimizde ada düdüğü denmektedir (10). Ögel’e göre burada ada sözü sazlık, kovalıklarla çevrili otlak anlamındadır (10, 32). Kara ağızlıklı ada düdüğüneyse Ankara yöresinde karabaş düdük denmektedir (10, 21).

İnce sesli kısa kavala çığırtma denmektedir. Düz tutularak çalınan çığırtmaya sipsi (28), yan tutularak çalınanınaysa fifre ya da piferi denmektedir.

Sipsi sözü en geniş anlamıyla üflemeli çalgı demektir. Bu anlamıyla Arapça mizmar’ın karşılığıdır. Nitekim Divan’da sipsinin eski biçimi olan sıbızgu Arapça mizmarın karşılığı olarak verilmiştir (11). Bu söz Radloff’ça Kazan Türkçesinden sıbızgı biçiminde derlenmiştir (36).

Sipsi genel dilimizde gemici düdüğü, zurnanın dudaklara gelen kamış bölümünü tanımlamaktadır (1, 27). Eski kaynaklarda zurna anlamında da kullanılmıştır (37). Üflemeli çalgı anlamındaki sipsinin Arapçası olan mizmar sözü de Mısır’da zurna anlamında kullanılmaktadır (33). Sipsi sözü Mısır Arapçasına cura zurna anlamında sibs biçiminde girmiştir (50). Üflemeli çalgının Macarcası olan sip (20) sözünün de Türkçe sipsiden bozma olabileceği kanısındayız. Çalgıbilimci Gazimihal üflemeli çalgı yerine ötkü çalgısı demeyi yeğlemektedir (21).

Dirgerlik dilinde sipsi sözü bir kanala ya da boşluğa yerleştirmeye yarayan küçük boru anlamına gelen can(n)ula ile Osmanlıca adı mizmar olan gırtlak dili anlamına gelmektedir (23, 45). Gırtlak diline sıbızgı da denmektedir (15, 23, 45). Bu karşılıklar İşçil-Elöve’ce önerilmiş (23), bizce de benimsenmiştir. Kanül takma işlemini tanımlayan cannulisatio’ya da sipsileme denmektedir (45).

Yan tutularak çalınan çığırtma anlamına gelen fifre sözü Fransızca bir alıntıdır (1, 27). Fransızca fifre Almancada düdük anlamına gelen Pfeife sözünden bozmadır (46). Bunun da kökeni Latincede boru anlamına gelen pipa sözüne dayanır (46). İtalyancada güdücü düdüğü anlamına gelen piffara, piffaro, piffero sözleri dar anlamda fifre anlamına gelirler (20). Gazimihal Tanzimat döneminde fifreye pifferi dendiğini (piferi olmalı), bunun da İtalyanca piffero’dan bozma olduğunu belirtmektedir (20).

Fifreye İngilizcede fife denmektedir (46). Bu da Almanca Pfeife’den bozmadır (46). Almancadaysa enine düdük anlamına gelmek üzere Querpfeife denir (35). Gazimihal Tanzimat döneminde askerin fifreye çığırtma dediğini belirtmektedir (20). Bu kavramın yan çığırtma biçiminde özleştirilmesi gerektiği kanısındayız.

Yan tutularak çalınan kısa kavala pikolo (1) ya da pikolo flüt denmektedir. İtalyanca flauto piccolo’dan bozmadır (20). Almancası Pikkolo ya da Pikkoloflöte (6), Fransızcası picolo ya da piccolo, İngilizcesi piccolo ya da piccolo flute’tur (46). Oktaven (20), oktav flütü (20), oktavyen flüt (Gazimihal’de oktaviant flüt) (20) olarak da anılır. Bu sonuncular sesinin ölçünlü yan kavaldan bir sekizli (oktav) daha ince olduğunu vurgularlar (1). Bu bağlamda bu çalgıya Almancada Oktavflöte (20); Fransızcada flûte octaviante (20), octavin; İngilizcede octave flute (46), İtalyancada ottavino (20) denir. Pikolo flütün dilimizdeki doğal karşılığı kısa yan kaval’dır. Oktav flütünün çevirisi olarak sekizli kavalı olarak da adlandırılabilir. Yan çığırtma bunun daha ince sesli olan bir çeşididir.

İki borulu kavala çifte flüt denmektedir. Bu çalgıya Gaziantep yöresinde zambır denmektedir (12). Bu sözün Arapçada zurna anlamına gelen zamr’dan ya da arı anlamına gelen zenbur’dan bozma olduğu sanılmaktadır (12). Arapçası micviz’dir (3). Irak’ta mitbik (3), Mısır’da kavala (22), zumara (3, 22) adlarıyla da anılır. Bunlardan kavalanın Türkçe kavaldan bozma olduğunun sanıldığını yukarıda belirtmiştik. Çifte flütün dilimizdeki doğal karşılığı koşa kaval’dır. Bu çalgının çeşitli biçimlerinin Odlaryurdu’ndan (Azerbaycan) Fergana’ya dek uzanan bir alanda koş balaban, koşa dilli tüydük, koş düdük, koş nay gibi adlarla anıldığını Ögel’den öğreniyoruz (32). Mısır’da kullanılıp Türkçe olduğu sanılan kavala sözü de koşa kavalın eşanlamlısı olarak sözlüklerimizde yer alabilir.

Borularından biri deliksiz olan koşa kavala Hatay’da argıl, argun adları verilmektedir (10, 21). Bu sözlerin, adı geçen çalgının Arapça adı olan argul’dan bozma oldukları anlaşılmaktadır (21). Argul sözünün de Yunancada çalgı anlamına gelen organon sözünden bozma olduğu sanılmaktadır (21). Bu çalgıya Filistin’de yargul denmektedir (3). Bu çalgının Gaziantep yöresinde de çalındığını belirten Ekici bunu dem sesli zambır olarak anmaktadır (12). Çünkü perde delikleri olmayan boru dem tutmaya yaramaktadır. Bu çalgının adının eşideliksiz biçiminde özleştirilebileceğini düşünüyoruz.

Arapçada eşideliksizin uzun olanına argul-ül kebîr (21, 47), kısa olanına argul-ül sagîr (21, 47), kısacık olanına argul-ül asgar (47) denmektedir. Bunların doğal karşılıkları sırasıyla uzun eşideliksiz, kısa eşideliksiz, kısacık eşideliksiz olacaktır.

Yan yana dizili çok sayıda borucuktan oluşan kavala Pan flütü denmektedir. Burada Yunanca Pan sözü orman tanrısının adıdır. Bu çalgı ülkemizde ağız orgu (32), mıskal (1, 27, 33), musikar (33) adlarıyla da anılmaktadır. Bunlardan musikar Farsçadır. Mıskal ise Farsça musikarın Arapçaya geçen biçimidir (1, 27, 33). Bu çalgıya Farsçada bişe muşte, musikar-ı hıtay, muşta-i çinî, şin adları da verilmektedir (20). Bunlardan sonuncusunun Çince şeng’den (48) bozma olduğunu sanıyoruz. Arapçada mustak sinî de denmektedir ki Farsça muşta-i çinî’den bozmadır (20). Bu veriler bu çalgının Ortadoğu’ya Çin’den geldiğini göstermektedir.

Çalgıya Almancada Mundorgel (48), Panflöte, Papageienflöte (35); Fransızcada flûte de Pan (20), orgue à bouche (20); Yunancada syrinx (46) denmektedir.

Yunanca syrinx’in sözlük anlamı boru olup dirgerlik dilinde Türkçe karşılıkları akarca, akınak, savakça, sızınak olan fistula (45); Türkçe karşılığı içiteç olan şırınga (45) anlamına gelmektedir. Şırınga sözü de syrinx’ten bozmadır. Tinlibilim (Zooloji) dilindeyse kuşlara özgü ses çıkarma örgeni olan göğüs gırtlağı anlamına gelmektedir (26, 45).

Pan flütünün dilimizdeki doğal karşılığı dizi kaval’dır. Almanca Papageienflöte’nin çevirisi olarak kakavan kavalı sözü de eşanlamlı olarak önerileblir. Arapça papağanın Türkçesi olan kakavan sözü yadırgatıcı bulunuyorsa genel dille uyumlu bir seçenek olarak papağan kavalı da denebilir.

KAYNAKÇA

1) Ağakay MA. Türkçe sözlük. 10.bası. TDK. Ankara, 2005.

2) Ahmet Vefik Paşa. Lehce-i Osmanî. TDK. Ankara, 2000.

3) al.bab.com. Arab musical instruments.

4) atlas.musigi-dunya.az.Tutak.

5) Blaskovics J. Çek dilinde Türkçe kelimeler. VIII. Türk dil kurultayında okunan bilimsel bildiriler. TDK. Ankara, 1960, s. 87-112.

6) Brockhaus FA. Der Sprach Brockhaus. 9. Aufl. Wiesbaden, 1984.

7) Cassell’s Latin dictionary. Macmillan. USA, 1982.

8 ) Clauson G. An etymological dictionary of pre-thirteenth century Turkish. University Press. Oxford, 1972.

9) Dautovski D. Instruments. dragandautovski.com.

10) Türkiye’de halk ağzından derleme sözlüğü. TDK. Ankara, 1963-82.

11) Divanü lûgat-it Türk dizini. TDK. Ankara, 1972.

12) Ekici S. Gaziantep yöresi halk çalgılarından zambır üzerine bir araştırma. turkuler.com.

13) Eren H. Türk dilinin etimolojik sözlüğü. Ankara, 1999.

14) Eyuboğlu İZ. Türk dilinin etimoloji sözlüğü. 2. bası. Sosyal Yayınlar. İstanbul, 1991.

15) Feneis H. Resimli anatomi sözlüğü. 6. bası. Çev. Ülker S. İnkılâp. İstanbul, 1993.

16) Fraşerî ŞS. Türkçeden Fransızcaya lûgat. Mihran. İstanbul, 1885.

17) Fraşerî ŞS. Kamus-ı Türkî. İstanbul, 1899.

18) Fraşerî ŞS. Resimli kamus-ı Fransavî. İstanbul, 1901.

19) Gafarov S. Müzik enstrümanlarında totemleşme olgusu ve Türklerin gözdesi düz flüt. Müzik ve Bilim (muzikbilim.com) Eylül 2005; 4.

20) Gazimihal MR. Musıki sözlüğü. MEB. İstanbul, 1961.

21) Gazimihal MR. Türk nefesli çalgıları. Kültür Bak. Ankara, 1975.

22) Hanna H. Preservation of the endangered cultural assets of the traditional Egyptian storytellers heritage and its instruments and tools. curl.haxx.se 2007.

23) İşçil Şİ, Elöve AU. Türkçe hekimlik terimleri üzerine bir deneme. TDK. Bursa, 1944-48.

24) kafkas.org.tr. Müzik aletleri.

25) Kakuk Z, Baski İ. Kasantatarisches Wörterverzeichnis Aufgrund der Sammlung von Ignác Kúnos. TDK. Ankara, 1999.

26) Karol S, Suludere Z, Ayvalı C. Biyoloji terimleri sözlüğü. TDK. Ankara, 1998.

27) Kutlu A, Yaşayan S, Ateş K, Dizman İ, Kul E, Özel S, Çotuksöken Y, Küçükceylan N. Türkçe sözlük. 2. bası. Dil Derneği. Ankara, 2005.

28) discoverturkey.com. Sipsi. Kültür Bak.

29) Lûgat-ı tıb. Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye. İstanbul, 1900.

30) medinaportal.net. Nây.

31) Nişanyan S. Sözlerin soyağacı. Adam. İstanbul, 2002.

32) Ögel B. Türk kültür tarihine giriş 8. Kültür Bak. Ankara, 1987.

33) Redhouse. Türkçe/Osmanlıca-İngilizce sözlük. 17. bası. Sev. İstanbul, 1999.

34) Saraç T. Fransızca-Türkçe büyük sözlük. TDK. Ankara, 1976.

35) Steuerwald K. Türkçe-Almanca sözlük. ABC. İstanbul, 1983.

36) Osmanlıcadan Türkçeye söz karşılıkları tarama dergisi. TDTC. İstanbul, 1934.

37) XIII. Yüzyıldan beri Türkiye Türkçesiyle yazılmış kitaplardan toplanan tanıklarıyla tarama sözlüğü. TDK. Ankara, 1963-77.

38) Tarlabaşı B. Dilli kaval hakkında. burhantarlabasi.com.tr.

39) Tavkul U. Karaçay-Malkar Türkçesi sözlüğü. TDK. Ankara, 2000.

40) Tuğlacı P. Okyanus 20.yüzyıl ansiklopedik Türkçe sözlük. Pars. 1971.

41) turkuler.com. Mey.

42) Türkay K, Koçak S, Ünal S. Uygulayım terimleri sözlüğü. 2. bası. TDK. Ankara, 1980.

43) Unat EK, İhsanoğlu E, Vural S. Osmanlıca tıp terimleri sözlüğü. TTK. Ankara, 2004.

44) uslanmam.com. Duduk-Balaban.

45) Ülker tıp terimleri sözlüğü. Açıklamalı 3. bası. İstanbul, 2004.

46) Webster’s third new international dictionary of the English language unabridged. Könemann. Cologne, 1993.

47) en.wikipedia.org. Arghul.

48) de.wikipedia.org. Mundorgel.

49) de.wikipedia.org. Schwegel.

50) Wolter C. Musikinstrumente der arabischen Musik. papyrus-magazin.de/archiv/2002-2003/märz/3-4 2003.

51) Zeren Z. Lâtince-Türkçe- Osmanlıca anatomi sözlüğü ve Türk anatomi terimleri. 2. bası. İÜTF. İstanbul, 1959.

(Türk Dili Dergisi Kasım-Aralık 2007; 21(123): 19-25)
-------
Kaynak: http://turkcesivarken.com/flut-mu-kaval-mi/

[Edited at 2013-12-13 00:11 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:43
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"Karadeniz Çevresi Türk Dili" Dec 13, 2013

--Alıntıdır--

Yazan: Mustafa Öner //Ege Üniversitesi

Özet

İnsan hayatı için en büyük gereklerden olan su varlıgı, tarihte hep belirleyici olmustur. Türk
cografyasını da Baykal, Balkas, Aral, Hazar ve Karadeniz gibi büyük su havzaları ve onlarla baglantılı Orhun,
Yenisey, Selenga, li, Amuderya, Siriderya, til (Volga), Yayık (Ural) Ten (Don), Özü (Dinyeper), Turla
(Dinyester), Tuna, Sakarya, Kızılırmak, Y
... See more
--Alıntıdır--

Yazan: Mustafa Öner //Ege Üniversitesi

Özet

İnsan hayatı için en büyük gereklerden olan su varlıgı, tarihte hep belirleyici olmustur. Türk
cografyasını da Baykal, Balkas, Aral, Hazar ve Karadeniz gibi büyük su havzaları ve onlarla baglantılı Orhun,
Yenisey, Selenga, li, Amuderya, Siriderya, til (Volga), Yayık (Ural) Ten (Don), Özü (Dinyeper), Turla
(Dinyester), Tuna, Sakarya, Kızılırmak, Yesilırmak gibi nehirlerin çevresindeki merkezi yerlesimine göre ele
almak mümkündür. Bu baglamda yöneldigimiz Karadeniz’in bütün dillerdeki ortak adlandırılısı ilk adımda
dikkat çekicidir. Kökeni üzerinde bir tartısma görülen Karadeniz adlandırmasının Türkçeden yapıldıgı ve sonra
diger dillere de çevrildigi sonucuna varmak mümkündür. Karadeniz çevresindeki yaygın Türk egemenligi, XVI.
yüzyıldan beri giderek sadece güney sahiline sınırlanmıstır. Bu egemenlik, Türkçenin kuzeyde Kıpçak, güneyde
ise Oguz lehçelerinin yayılımını vermistir. Tarihte hep degisen siyasi sınırlarla kesilmeden kalan lehçeler arası
etkilisimli yapı, ülkemizin Karadeniz agızlarına Kıpçak etkisini bırakmıstır. Bölge agızlarının ses ve sekil
yapısında görülen düzenli sapmaları, Ermenice veya Rumca gibi yabancı dillerin etkisi ile degil, dil içi bir
farklılık olan Kıpçak Türkçesi ile açıklamak bilimsel açıdan dogru bir tutum olacaktır.

Anahtar Sözler: Karadeniz adı, Karadeniz agızları, Kıpçakça, Lehçeler arası iliski.
*
Su kaynakları, büyük su havzaları insanlık tarihi boyunca çok büyük önem tasımıstır ve bu olgu bugün
de böyledir. Belli bir tarihe, daima degisen siyasi sınırlara göre yaklasmak yerine, bilinen insan topluluklarından
çok daha eski çaglardan beri orada var olan sulara ve karalara, kısacası cografyaya göre yönelmek, zaten
birbirine çok yakın yasayısları bulunan kavimlere ve dillerine alısmıs olan ve bu düzeyde belirlemeler yapan
dilbilimcilere yeni ufuklar açabilir. Bu tür yaklasımın uzman bilgini Lev Gumilëv’in kavimlerin olusumu
(etnogenez) ve hareketleri üzerinde cografyanın etkilerini inceledigi eserleri büyük önem tasır (bk. Gumilëv
2004).

Böylesi bir bakıs açısıyla Türk Dünyasını da dogudan batıya dogru baslıca su bes büyük su havzası
çevresinde birlestirip degerlendirmek mümkün olabilir: Baykal, Balkas, Aral, Hazar ve Karadeniz. Türklerin
tarihi, Sibirya’dan Dogu Avrupa’ya kadar bu bes su birikimini kendi cografyalarının ortasına alarak sekillenmis
gibidir. Bu havzalarla baglantılı olan Orhun, Yenisey, Selenga, li, Amuderya, Siriderya, til (Volga), Yayık (Ural)
Ten (Don), Özü (Dinyeper), Turla (Dinyester), Tuna, Sakarya, Kızılırmak, Yesilırmak gibi nehirlerin sadece adını
anmakla bile, Türk uygarlıgının etrafında biçimlendigi suların kültür dagarcıgını göz önüne getirmek
mümkündür. Biz bu genis harita içindeki en büyük su havzasına bakıp sözü sadece “Karadeniz Çevresi” diye
sınırlamak ve ülkemizin de bu bölgesine Türk dili baglamında deginmek istiyoruz.

Antik Çag kaynaklarının basında gelen on yedi ciltlik Geographika adlı eseriyle ünlü olan Strabon (dog.
M.Ö. 64, Amasya) Karadeniz’i Eukseinos adıyla anmaktadır (Strabon 2000: 1, 15, 20, 267, 270). Eski
Yunancada “konuksever” anlamına gelen bu eukseinos adlandırmasının tabu anlayısı ile ilgisi olmalıdır; çünkü
daha önce kullanılan Akseinos “konuksever olmayan” adı hakkında kayıtlar vardır (bk. Schmitt 1996: 219; Decei
1988: 338). Semseddin Sami de, Kâmûsü’l-A’lâm’da Aksenos “garîb, nâ-nevâz” diye belirttigi bu eski adın
hüsn-i ta’bîr (iyiye yorma) yoluyla Evksenos “mihman-nevaz” biçimine döndügünü belirtiyor (Sami 1896:
3630). Kötüyü andıkça daha da kötülesme olacagına inancın egemen oldugu eski çaglardaki ad degistirmenin bir
örnegi burada da görülmektedir. Genel Dilbiliminde euphemism, melioration gibi terimlerle adlandırılan anlam
iyilesmesi, bu durumda Eski Yunanca akseinos “konuk sevmeyen” > eukseinos “konuksever” gelismesine yol
açmıs olmalıdır.

Karadeniz’in suyunun rengine göre kara diye nitelendigi yolunda yanlıs bir inanç da vardır. Buna
Semseddin Sami Bey de deginmektedir: “… yoksa suyu az tuzlu oldugundan her denizinkinden açık renktedir”
(Sami 1896: 3630). Ayrıca, malzemenin rengiyle ilgisi kurulamayacak baska bir adlandırmayı biz rüzgâr
türlerinde de görüyoruz: Kuzey-batı yönünden esen soguk bir rüzgâr olan karayel de yine kara nitelemesini
tasımaktadır. Dolayısıyla adlandırmada Karadeniz suyunun kara, Akdeniz’in renginin ak veya Kızıldeniz’in de
renginin kızıl olması söz konusu degildir (krs. Kasper: 2009: 57).

Bunun yanı sıra Eski Yunan kaynaklarındaki daha eski adlandırma olan akseinos biçiminin slamiyet
öncesi Ahamenis egemenligi zamanındaki Eski ran kayıtlarında kuzey yönü için kullanılan axsaina “kara”
adından geldigi öne sürülmüstür (Schmitt 1996: 222; Kasper 2009: 57-58). Karadeniz’in kuzey sahilinde yerlesik
skitlerde bu renge dayalı yön adlandırmasının esas olamayacagını özellikle vurgulayan Rüdiger Schmitt, diger
yandan da bunun süpheli haldeki tek kanıtının Avesta’nın Bundahisn baslıklı bölümünde geçtigini ve bunun da
nakledilmis bir metnin tashihine dayandıgını belirtir (Schmitt 1996: 221-222). Yazar, buna göre slamiyet öncesi
ran dinî edebiyatında bir kez geçen bu kayıttan yola çıkarak Eski Yunancaya yanlıs etimoloji algısı (a-kseinos <
kseinos “konuk”) ile geçen axsaina “kara” > akseinos “konuk sevmeyen” biçiminden söz etmektedir.
Bu konuda 1927 yılında Enzyklopedie des Islam’da “Kara Deniz” maddesini yazıp Türkçe kara deniz
tamlamasının adlandırmada esas oldugunu söyleyen J. H. Mordtmann ile hem A. Decei hem R. Schmitt
tartısmaktadır. Böylece bu konudaki yabancı literatürde “büyük, güçlü, korkunç” anlamlarındaki Türkçe kara
kökenini öne süren tek isim gibi kalan J. H. Mordtmann da hemen hemen her arastırmacı tarafından
elestirilmistir (bk. Planhol 1978: 575).

Karadeniz adı bugün diger dillerde de Türkçedeki ile aynı anlamdadır: Rus. Çernoya More, Rumen.
Morea Negra, Yun. Mavro Thalassa, Bulg. Çernoya More, ng. Black Sea, Fr. Mer Noire, Alm. Schwarzmeer,
tal. More Nero, Ar. Al-Bahru’l-Asvad, Far. Darya-i Siyah. Türkçedeki ile diger dillerdeki adlandırmanın aynı
oldugu bu durumda, komsu bir dilden Türkçeye “kara deniz” anlamının aktarıldıgı öne sürülebilirdi. Nitekim
Karadeniz adı konusundaki en ayrıntılı yazıyı kaleme alan R. Schmitt, renklerin yönleri göstermek için sembolik
anlamlarla Uzak Dogu kültürlerinde kullanıldıgını belirtir ve Dogu ile temas halindeki ranlı kavimler
aracılıgıyla Orta Dogu’da da bu gelenegin hayatta kaldıgını kaydeder. Bu yazara göre Türkler, Orta Dogu’ya
geldikten sonra slam öncesi ran’da var olan kuzey anlamındaki “kara” adlandırmasını ödünç alıp tanıtırlar
(Schmitt 1996: 221-222). Türkçenin ancak tasıyıcı bir rolünün olabilecegine dayanan bu yorumun sahibi, Türk
kozmolojisinde renklerin yönleri adlandırmak için eski Türk yurdunda da kullanıldıgını dikkatten uzak
tutmaktadır. Oysa XX. yüzyılın en önde gelen Türkologlarından Anne Marie von Gabain’in ilk kez 1962’de
yayımlanan makalesinde belirledigi Eski Türkçedeki renklerin sembolik anlamları, Schmitt’i Karadeniz’in
“kara” olarak nitelenmesinde, Türklerin gelisinden önce mutlaka bir Aryan kökeni bulma ısrarından
kurtarabilirdi. Karadeniz havzasında Selçuklu öncesindeki Türkçe yaygınlıgını hiç konu etmeyen ve bilimsel
bakımdan zaten elestirilmesi gereken bu bakıs açısı; bırakınız skit veya Kimmer gibi kendi dil varlıklarıyla
izlenemeyen bozkır kavimlerini, Hun, Bulgar, Avar, Peçenek, Kuman-Kıpçak gibi Karadeniz’in kuzeyinde
çesitli dil izleri ve kendi anıtları bulunan Türk kavimlerini bile hesaba katmamaktadır. Oysa Orta Dogu ve
Avrasya’da Selçuklu egemenligi öncesi bu kuzeyli Türk varlıgı, yer ve su adlarına güçlü bir Türkçe damgası
vurmustur (til, Yayık, Ten, Özü, Turla, Hazar, Kırım, Kazan, Kumania, Balkan, Bulgaria, Basarabia vb.).

.
.
.

Kaynak + yazının devamı: http://turkoloji.cu.edu.tr/YENI%20TURK%20DILI/mustafa_oner_karadeniz_cevresi_turk_dili.pdf
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:43
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"Ege Bölgesinden" Dec 13, 2013

--Alıntıdır--

Gönderen: sates16

Gocu memliket İstanpula geldik gari...

bu gocu memlikete geldik emme herişey başgı burda
biz gahpe cavırı gızarız emme burdakinlee cavırı aratmeyyip durulaa
adamcaların isleri başga ocakları sonsün güçleri başga
hölü baktım biyoru sankim burasi başga bi dünya
eee horazoglan gelding gocu memlikete dedim kendi kendime
bu gocu memliket niree bizim köv ni
... See more
--Alıntıdır--

Gönderen: sates16

Gocu memliket İstanpula geldik gari...

bu gocu memlikete geldik emme herişey başgı burda
biz gahpe cavırı gızarız emme burdakinlee cavırı aratmeyyip durulaa
adamcaların isleri başga ocakları sonsün güçleri başga
hölü baktım biyoru sankim burasi başga bi dünya
eee horazoglan gelding gocu memlikete dedim kendi kendime
bu gocu memliket niree bizim köv niree

gocu vapırı bindim yolumu denizden aşırıvedim
metru yapmışlaa köstübek treni, evleen altından geçirivedim
iki dene yumuta çatlettim taveye dogalgazınan bişirivedim
eee horazoglan gelding gocu memlikete dedim kendi kendime
bu gocu memliket niree bizim köv niree

anam geçenlede telifonunan areyoru
künafa girem deyip ciplak gaalara bakma deyoru
tımam deyip geçeyom emme anam neden bilivecek
bu şeherde gaalar fistanılan gezmeyo ku
eee horazoglan gelding gocu memlikete dedim kendi kendime
bu gocu memliket niree bizim köv niree

davaa öküz görümessin buurlada hayatta
kedi köpek deseng gocagarıların cantılarında
hemıstır deyipdurulaa kafesing içindeki siçana
eee horazoglan gelding gocu memlikete dedim kendi kendime
bu gocu memliket niree bizim köv niree

bilmepdurrun gızla buuda bek fingirdek bek oynak
gecen görüvedim bizim su sulaken giydigimiz çizmiden giymis mayyak
üstünde bi garış don olduuu gibi görünüpbatı bacak
eee horazoglan gelding gocu memlikete dedim kendi kendime
bu gocu memliket niree bizim köv niree

---------
Kaynak: http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=118881&start=40

[Edited at 2013-12-13 23:59 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:43
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"DENİZLİ AĞZINDAN DERLEME SÖZLÜĞÜ’NE KATKILAR" Dec 13, 2013

--Alıntıdır--


Araştırma: Nergis BİRAY *Yrd. Doç.Dr., Pamukkale Üniversitesi, Çağdaş Türk Lehçeleri, Bölümü,

ÖZET
Yazı diliyle yan yana olsalar da farklı ses ve şekil özelliklerini kaybetmeden varlığını sürdüren ağızlar, zamana ve şartlara karşı kendilerini kolay koruyamazlar. Bu açıdan ele alındığında hızlı olmanın yanında planlı bir şekilde Anadolu ve Rumeli ağızlarına ait dil malzemesinin toplanmas�
... See more
--Alıntıdır--


Araştırma: Nergis BİRAY *Yrd. Doç.Dr., Pamukkale Üniversitesi, Çağdaş Türk Lehçeleri, Bölümü,

ÖZET
Yazı diliyle yan yana olsalar da farklı ses ve şekil özelliklerini kaybetmeden varlığını sürdüren ağızlar, zamana ve şartlara karşı kendilerini kolay koruyamazlar. Bu açıdan ele alındığında hızlı olmanın yanında planlı bir şekilde Anadolu ve Rumeli ağızlarına ait dil malzemesinin toplanması gerekmektedir. Bu konuda sadece metin derlemesi değil sözcük derlemelerine de önem verilmelidir. Asırlardır yazı diliyle birlikte varlığını sürdüren Anadolu ve Rumeli ağızlarında sayısız sözcük vardır. Bu yazıda Denizli ağzından toplanıp da Derleme Sözlüğü’nde olmadığı tespit edilen veya sözlükte olsa bile farklı anlamlarını bulduğumuz sözcükler verilecektir. Bunlar: deyimler, adlar, sıfatlar, zarflar, edatlar, ünlemler, fiiller başlığı altında ele alınacaktır. Bu tür derlemelerle Türkçenin söz varlığına küçük de olsa katkıda bulunmak istedik. Anahtar Kelimeler: Ağız bilgisi, Denizli ağzı, Denizli ağzından derlenmiş sözcükler, Denizli ağzının söz varlığı.

. . .

Aşağıda verilecek örnekler kendi içinde gruplandırılacak, her sözcük veya sözcük grubu konuĢan kiĢiden derlenmiĢ cümle örneğiyle birlikte verilecektir. Örnek cümleler Denizlili olmanın da verdiği kolaylıkla ağız iĢaretleri de konularak yerleĢtirilmiĢtir.1 I. Deyimler: amalĭazmak (Ar. „amel + T. az-): Her Ģeyi bahane edip sorun çıkarmak, ağlamak. Tülay Ayaz (1942)-Denizli / Ayşe Urhan (70)-Acıpayam/Dodurga Bn amalı azdı, varĭ yoğŭ ālēyō.
1 Kelimelerin kökenleri konusunda daha çok aĢağıdaki iki kaynağa müracaat edilmiĢtir: EREN, Hasan (1999). Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, Ankara; GÜLENSOY, Tuncer (2007). Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü A-N / O-Z, TDK Yay., Ankara. 750 Nergis BİRAY

āķasına vāmĭmek / āķasınĭ arımĭmek (T. arķa + T. var-ma- / T. arķa + T. ara-ma-): Birinin ya da bir olayın üstünde durmamak, üstüne düĢmemek. Tülay Ayaz (1942)-Denizli // Ayşe Urhan (70)-Acıpayam/Dodurga Küsēse küssüñ, āķasına vāmeñ. biliyoñ gö..üñüñ huyuna, ne içĩyoñ hoşavıñ suyuna (T. bil- + T. g..t + Ar. ĥuy + T. ne + T. iç- + Ar. ħoşaf + T.su): Yapılmaması gerekeni bile bile yapmak. Cennet Yıldız (32)-Denizli/Kumavşarı Sene hēkezlē dediydi, diñlĩmediñ, biliyoñ gö..tüñüñ huyuna, ne içyoñ hoşavıñ suyuna. cinini delmek (Ar.cinn + T. del-): Gönlünü etmek. Tülay Ayaz (1942)-Denizli reşip durmeñ şunla .Ālēp durmasıñ, cinini deliveriñ bi yōda ġāri. civişleñ köpēni de geçdiñ (Sülale adı: Civişler ? + OT. küwük > *küwek > *kübek > köbek > köpek +T de + T. geç-) : (AĢırı koku sürünenler veya kokanlar için kullanılır.) (Civişler: Sülale ismi, köpek kokmasın diye koku sıkacak kadar aşırı temiz bir sülale.) Mehmet Suna (35)-Çal/Denizler Ķoķuñdan yanıña varılmeyorŭ, Civişlēñ köpēni de geÇTiñ. çecĮ deşilmek (T. çeç-ik < „çeç-: çöz-‟ ? + T.deş-il-): 1.Çok su içmek. 2.Ġçi dıĢına çıkmak. (Atleti sallanmak) Tülay Ayaz (1942)-Denizli Öñkü çocūñ üsdünü düzeldiñ, çecĮ deşilmiş. ÇecĮñ mi deşildi, içiñde çameşir mi yuyōlā, iÇDiñ su nerē vādı? doķuzāz on dudaķolmaķ (toķ(ķ)uz > toķuz > doķuz + OT. aġız + T.on + T. *tōtaķ > dudaķ) : Herkesin bir konu üzerinde farklı Ģeyler söylediği durumlarda kullanılır. Tülay Ayaz (1942)-Denizli Bunlādan iş çı‟maz. Doķuz āz on dudaķ hē biri. ekti oğlak gibi (ET. *igið- > OT. iktü~ekti (DLT) > ekti) : Ġnsanın peĢinden ayrılmayan kiĢi. /Önüne gelen koyunu emen kuzu gibi / Anası ölüp de baĢka bir koyuna alıĢtırılan ya da elde beslenen kuzu gibi. Tülay Ayaz (1942)-Denizli EkTĩ ōlaķ gibi ardımda dolanıp durma. ellē düşünü deyĩverĮ, bu işini deyĩverĮ (T. el + T.düş + T. de- + T.bu + T. iş + T.de-): Gizli saklı bilmeyen, aptal, düĢüncesiz. Tülay Ayaz (1942)-Denizli

Yapdīna baķ, sus ġonuşma dē mi, ellē düşünü deyverĮ, bu işini deyverĮ. evzinnedip dmek (Far. efsūnla- > evzin+le- ? + T.dur-) : Oyalanmak, savsaklamak; kandırmak. Tülay Ayaz (1942)-Denizli // Erol Kurt (49)-Akkale Beni uyudubevzinnedip ġaÇmış.(kandır-) Adama evzinnedip dūma, yapmecēseñ slü de başġasına sōsuñ. (oyala-) göbēne göbēne otūmek (T. *kö:p+ek > *gö:bek + T. oltur- > otur-): Kızılan birini kendi haline bırakmamak, inadına yakınlaĢmak. Üstüne gitmek. Tülay Ayaz (1942)-Denizli Ne deye çekip gidiyoñ, göbēne göbēne otur. göbēni kesmek (T. *kö:p+ek > *gö:bek + T. kes-): Bahsedilenin iĢleriyle ilgilenmemek. Tülay Ayaz (1942)-Denizli // Ayşe Urhan (70)-Acıpayam/Dodurga Biz onuñ göbēni kesdik ġāri, ġarışmēyoz. ġurüzümden bekmez çıķāmek (T. ķuru + T. *üz-(ü)m + T. bek „katı, sert, koyu‟ + mes > pekmes > pekmez+ T. çıķ-ar-) : 1. Zora koĢmak, olmayacak Ģeyler istemek. 2. Çocuklar için vara yoğa ağlamak. Sadıka Yılmaz (73)-Acıpayam/Seller/Yumrutaş le yarĭmaz ķı ġur üzümden bekmez çıķatdırıyō. Ġādeşim e‟mecēseñ e‟mēcen de. Ġurüzümden bekmez çıķartcek ne vā şinci. hatıbıñ kör lazı / ġazı gibisin (Özel ad. Hatıb (Ar. ħaŧĮb)? , T. kör, T. ķaz, T.kip+i >gibi): Çok yemek yiyen için kullanılır. Mehmet Suna (35)-Çal/Denizler Yaveş ye yaveş, Hatıbıñ kör ġazı gibi adamsıñ vesselam. her şapkalıyadam, her bürgülüyü ġarı mı sandıñ? (Far. her + Rus. şapka + Ar. ādem + Far. her + T. bür(ü)-gü+lü + T. ķarı + T. sa-n-): Güvenilmeyen kiĢiler için kullanılır. Gülbin Gönül (40)-Acıpayam/Yatağan Ne acalañ vā, sorup soruşdurseña, her şapġalıy adam her bürgülüye de ġarı mı sandıñ?

.
.
.

III.1.2. Çiçek/Bitki Adları:

cingen cabıt (ET. çıgany > çıgan > çingen > cingen; T. çap-ġut > çaput > çabıt > cabıt) Sözcük burada benzeşme yoluyla döküntü

anlamı vermiş.: Üzüm toplandıktan sonra kalan bozuk, düzensiz olanı. Kalanı. Döküntü. Mehmet Suna (35)-Çal/Denizler Ordeki cingen cabıtlānı da topladıñız mı? çörtük (çör-dük >çörtük): Havuç. Ayşe Urhan (70)-Acıpayam / Dodurga Öñkü çutüklere ġoñşulara dağıdıvēñ. domakı (Rum. domates > domate > domati > domatı > domaķı): Domates. Necibe Gülcan (56)-Çameli Domaķılā nasıļà ōmuş? ġabıķ (T. ķap+(u)ķ > ġabıķ): Patlıcan kurusu. Tülay Ayaz (1942)-Denizli Bu sene ġabıķlā bālı. (pahalı) ġarnı ġara (T. ET.ķar+(ı)n > ķarın + T. ķara): Börülce. Ayşe Urhan (70)-Acıpayam/Dodurga // Sadıka Yılmaz (73)-Acıpayam / Seller / Yumrutaş Böğn ġarnıġara alen dedim, bek fiya‟lıyĭdı. ġızıl ot (T. ķız+ıl + T. ot): Havuç. Cennet Yıldız (32)-Acıpayam / Kumavşarı İki ġarıķ ġızılà ot Ãolmuş. hışır I (T. *hış „yansıma‟ +ır > hışır): Düğelek. Gülbin Gönül (40)-Acıpayam/Yatağan Hışırlara götǚrüñ. hışır II (bkz. hışır I. benzeme yoluyla): Kel, kabak. Haluk Ayaz (1968)-Denizli Adama bak, tam hışır. köken (T. kök+en): Bostan fidanı. Sadıka Yılmaz (73)-Acıpayam / Seller / Yumrutaş Kökenlē böyümē başlamışlā. kütmek/kükmek/kü’mek ( T. küt „kesik, kırık‟ +(ü)k „kütmek, kütmük‟): Ağaç kökü, kütük. Tülay Ayaz (1942)-Denizli Bāçılā hala ıslaķ, kü‟me‟lēñ üsdüne oturduķ. patTez (Rum. Patates): Patates. Nesrin Ayaz Yılmaz (1970)-Denizli

Bi kilo ġadāda patTez al. patısġa (Rum. Patates): Patates. Eşe Avcı (51)-Çal/Selcen Patısġa bişiren mi? III.1.3. Hayvan adları: bıdıķ (T. bıdıķ; krş. ET. botu / bota): Deve yavrusu. Ayşe Urhan (70)-Acıpayam/Dodurga Esgiden bıdıķlālan oyneşĮdik. III.1.4. Nesne Adları: çoķuntuluk/ çoķuntulu (T.çoķ-(u)ntu+luķ/lu): Bir arada; topluluk, kalabalık, topluca -genellikle yemek için- Erol Kurt (49)-Akkale; Sahura Yılmazyaşar (44)-Acıpayam/Dodurga Her şey çoķuntuluķda güzel. dırmızan (Far. dārbezĮn > tırabzan > dırmızan): Trabzan. Merdiven kenarındaki tutunacak yerler. Erol Kurt (49)-Akkale // Tülay Ayaz (1942)-Denizli Dırmızana çıķmeñ, düşeseñiz ġarışman. ebik ġıbıķ (ebik ?+ T. ġıy-mık> ġıybık > ġıbık) : Öte beri. Mehmet Suna (35)-Çal/Denizler Şo ebik ġıbıķları al ayaġÃ altından. ġassē / ġasser (ġasser?): Klorak. Tülay Ayaz (1942)-Denizli // Sadıka Yılmaz (73)-Acıpayam/Seller/Yumrutaş // Elif İyice (46)-Tavas/Kale/Adamharmanı // Erol Kurt (49)-Akkale // Ayşe Urhan (70)-Acıpayam/Dodurga Ġassē tēlikeli, ķoķusunu içiñe çekme. ġayır (T. ġay-ır): Kum. Tülay Ayaz (1942)-Denizli // Ayşe Urhan (70)-Acıpayam/Dodurga // Sadıka Yılmaz (73)-Acıpayam/Seller/Yumrutaş Hu ġayırdan acıķÃ olsu da çocuklā oynusa. ġırnata (hlk. ġırnata?): Zurna. Tülay Ayaz (1942)-Denizli // Erol Yılmaz (1965)-Acıpayam/Yumrutaş Adamıñ işi ġırnata çalmekmiş. lüle I (Far. lüle) : Sigara. Tülay Ayaz (1942)-Denizli Ağzından lülesi hiÇ Ãēsik olmaz.

....

Kaynak + yazının tümü: http://www.turkishstudies.net/Makaleler/1570068396_45-biraynergis1677(Düzeltme).pdf

Alıntılama Notu: PDF'den alıp-yapıştırmak biraz sorunlu... Tam yazıya verilen kaynaktan bakılabilir.


[Edited at 2013-12-13 23:25 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:43
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"BULDAN AĞZI VE SÖZCÜKLERİN DİLİ" Dec 13, 2013

--Alıntıdır--

Araştırma: Prof. Dr. Duran NEMUTLU
Adnan Menderes Üniversitesi Egitim Fakültesi


ÖZET
Buldan Agzı ve Sözcüklerin Dili baslıklı bu bildiride öncelikle Buldan ve yöresindeki
halkın konustugu dili, kurdukları bazı cümleleri ve kullandıkları bazı sözcükleri
irdeledik. Burada söz konusu Buldan agzı Denizli merkez ve diger tüm ilçeleri için de
geçerlidir. Buldanlı bir çocuk “çiçiba” derse,
... See more
--Alıntıdır--

Araştırma: Prof. Dr. Duran NEMUTLU
Adnan Menderes Üniversitesi Egitim Fakültesi


ÖZET
Buldan Agzı ve Sözcüklerin Dili baslıklı bu bildiride öncelikle Buldan ve yöresindeki
halkın konustugu dili, kurdukları bazı cümleleri ve kullandıkları bazı sözcükleri
irdeledik. Burada söz konusu Buldan agzı Denizli merkez ve diger tüm ilçeleri için de
geçerlidir. Buldanlı bir çocuk “çiçiba” derse, buradan onun “çisim var” dedigini
anlamak gerekir. Yine Buldan agzında “ ellehem, ellehim, ellaham, ellaam” sözcügü
“herhalde”, “sındı” sözcügü “makas” anlamına gelir.

Sözcüklerin Dili bölümünde ise kültürümüzü gelistiren, ifademizi zenginlestiren,
Türkçe’de kullandıgımız Lâtince, Grekçe, Fransızca ve diger bazı dillerden geçen ve
rasgele seçilen bazı sözcüklerin kök anlamlarını, kullanılıs anlamlarını, benzerliklerini,
farklılıklarını, Türkçe’deki uygunluk derecelerini incelemeye çalıstık. Örnegin
Türkçe’de kullandıgımız “parlamento” sözcügü dilimize talyanca’dan geçmistir ve iki
sözcükten olusmaktadır. Birinci sözcük “parla” talyanca “parlare= konusmak” fiilinden
gelmektedir, ikinci sözcük “mento” yine talyanca “mentire= yalan söylemek fiilinden
gelmektir. Bugün Türkçe’de “Büyük Millet Meclisi” yerine kullandıgımız
“parlamento” sözcügünün kök anlamı “konusulan ve yalan söylenen yer” anlamına
gelmektedir. Yine Türkçe’de kullandıgımız “parfüm” sözcügü dilimize Fransızca’dan
girmistir ve iki sözcükten olusmaktadır. Birinci sözcük “par” önce, önceden anlamına
gelmektedir. kinci sözcük “füm” Fransızca “fumer” tütmek, kokmak fiilinden gelir. Su
halde “parfüm” önceden kokan, önceden tüten anlamındadır. Bir kadın parfüm
sürmüsse, kendisi gelmeden önce kokusu gelmesi gerekir.

GiRİS
Dil bir milletin aynasıdır. Yalnız dil ve dil ürünlerinin, yâni o dilde yazılmıs eserlerin
ve kitapların incelenmesi ile o millet hakkında bir yargıya varabiliriz; yazılı
metinlerden, romanlardan, hikâyelerden, siirlerden ve tiyatro eserlerinden hareketle o
milletin tarihi, sosyolojisi, kültürü, gelenegi, folkloru, sanayii ve ekonomisi hakkında
bir bilgiye ulasabiliriz. Örnegin Edison’un 1878’de elektrik ampulünü kesfetmesinden
önce yazılan bir Fransız romanında aydınlanma amacıyla bir evde mum yakıldıgından
bahsedilirse, o evde oturan ailenin zengin olduguna karar veriyoruz. Çünkü sade
vatandaslar ve halk evlerinin sömine veya ocak dedigimiz yerlerinde odun atesi
yakarak hem aydınlanma, hem ısınma, hem de yemek pisirmede kullanıyorlardı.
Elektrik enerjisinden ampul ile aydınlanma dünyaya çok geç yayılmıstır. 1908 de ikinci
Mesrutiyet ilân edilip 2. nci Abdulhamit Selanik’e sürgün gönderilirken hâlâ Osmanlı
Sarayında elektrik yoktu.

Bildiri konumuz Buldan Agzı ve Sözcüklerin Dili’dir. Önce Buldan agzını, Buldan ve
yöresinde konusulan dilde kullanılan bazı sözcükleri açıklayacagız, daha sonra Buldan
ve tüm Türkiye’de kullanılan ve dilimize Latince, Yunanca, Fransızca, talyanca,
Arapça, Farsça gibi yabancı dillerden geçen sözcüklerin kök anlamlarını, ilk anlamlarını
ve günümüzdeki kullanılıs anlamlarını vermeye çalısacagız. Sempozyumun adı Buldan
Sempozyumu oldugu için Buldan Agzı dedik. Yoksa Buldan’da konusulan sözcükler
Denizli’nin içinde, Denizli’nin tüm ilçelerinde de konusulur. Hattâ Buldan 1094
tarihinden itibaren Türklesmeye basladıgı ve bu yöreye Orta Asya’dan, Oguz
boylarından gelen Türkler yerlestirildigi için, Buldan agzı Oguz boylarından gelen
insanların yerlestikleri diger yerlerde, yâni Türkmen veya yörük dedigimiz Türklerin
bulundugu Kayseri, Mersin, Silifke, Antalya, Kastamonu gibi illerde ve yörelerde de
konusulur.

Lehçe, bölge dili, diyalekt (Fr. dialecte) diye de adlandırabilecegimiz “agız” sözcügünü
Kemal Demiray Temel Türkçe Sözlük adlı yapıtında söyle tanımlar: Bir anadilin
sınırları içinde bölgelere, sınıflara göre degisen söyleyis özelligi. Biz de burada Buldan
agzının bâzı özelliklerinden bahsedip, sonra da hangi anlamları ifade ettigini açıklamaya
çalısacagız.

Buldan’da genellikle ismin hal eklerine ve söz dizimine ( Sentaks) fazla dikkat edilmez.
Bir ögretmen ögrencilerine kolayca “bu soru ögrenci bırakılmıstır” diyebilir. Normal
Türkçede “bu soru ögrenci bırakmıstır” olmalı. Yine bir ögretmen ögrencisine: “sana
ihtiyacı olan not kaç?” diyebilir. Tabii bu ögretmenin burada demek istedigi “senin kaç
nota ihtiyacın var?” olacaktır. Yine yaslı bir teyze okula giden bir çocuga: okula
gidimiyon mu olum” diyebilir, teyzenin burada demek istedigi “okula mı gidiyorsun
oglum” dur.

Buldan agzında genellikle “k” ların yerini “g” ler alır, sözcük sonlarındaki “r” ler
söylenmez, “r” ile ve “s” ile baslayan sözcüklerin basına bir “ı” eklenir:
- Okula gidigelive gari: Okula gidip geliver gayri.
- Davaz’da Iramazan’ ın yerinde ısıcak bir çorba içmistim : Tavas’da Ramazan’ın
yerinde sıcak bir çorba içmistim.

Çocuk Dilinde Buldan agzı:
Çiçiba : çisim var.

İki arkadas olan brahim ile Ramazan’ın Buldan agzı ile diyaloglarından kısa bir
bölüm:
- Ramazan : braam, yigenim, nediyon eyimin bakem?
- brahim : Eyiyiz be Irmızan emmi. Davaz’dan dayıoglu geldi baga getcez
birazdan
- Ramazan : Abam da gitmek istiyveri bagı, onu da götürüverin bari.
- brahim : Olur, olur. Hanım evde, yimekleri hazırlayıpbatırı zati, badılcan yiycez
yalım.
- Ramazan : Aman yigenim, hava da bek ıscak, kölgelerde durun, dikkat edin,
kendinizi aman diyem.
- brahim : Hadi ben gideni gari, çocukları öpüve bana1
Buldan agzında kullanılan bâzı sözcükler ve normal Türkçe karsılıkları söyledir:
Buldan Agzı Normal Türkçe
Aba : Abla
Astap, asbap : Kıyafet
Badılcan : Patlıcan
Bögün : Bugün
Ceyran : Elektrik akımı, ceryan
Çeleni : Düz Köy evi çatısı saçagı
Çeniz : Çeyiz
Deyom : Diyorum, söylüyorum
Dıgan : Tava
Ellaam, elegim : Herhalde
Emmi : Amca
Essa? : Gerçekten mi?
Gıkmır : Eli sıkı, cimri
Gımıcık : Küçücük, ufacık

Buldan Agzı Normal Türkçe

Gine : Gene, Yine
Göreklemek : Kilitlemek
Göynek : Atlet, iç gömlek
Hangırda, hangirde : Nerede
Hopaz : Yufka pisirmeye yarayan metal çubuk
Haranı : Büyük tencere
Hasramak : Özlemek
Hısır : Zayıf, çelimsiz
Ingıldamak : Sallanmak, titremek
Irbık : brik
rim : Sokak
Kavul : Kararlastırma, anlasma
Köçün : Çarsı, meydan
Körezi : Los, yarı aydınlık
Küt bıçak : Kesmez, ucu kırık bıçak
Ondan Keri : Ondan sonra
Sındı : Makas
Sikke : Yük hayvanı baglanan ucu sivri demir çubuk
Soyka : Kaba, rahatsız edici adam
Buldan Agzı Normal Türkçe
Sibik : Sapka siperi, gölgeligi
Sindi,sincik : Simdi
Sorda : Surda
Suul : Tasa
Tavatır : Güzel
brigin ülügü : brigin su akan kısmı,emzigi
Yalım : Herhalde, galiba
Yigen : Yegen
Zere : Sakın

Sözcüklerin Dili bölümünde Türkçeye yabancı dillerden giren ve rastgele seçtigimiz
bâzı sözcüklerin etimolojik ve semantik açıklamalarını, ilk anlamlarını ve su andaki
kullanılıs anlamlarını, varsa farklılıklarını vermeye çalısacagız. Örnegin “bir ilçedeki en
yüksek devlet memuru anlamında kullandıgımız kaymakam sözcügünün aslı
Arapçadır ve birlesik bir sözcüktür, kaim ve makam. Arapça kaim yerine geçen
demektir, makam ise, yer, durak, memuriyet yeri, yüksek dereceli memuriyet yeridir.
Tabiî asıl makam padisah’ındır. lçede padisah yok ama onun makamının yerine geçen
anlamında kaim-makam=kaymakam vardır. Sözcük Arapçadan Osmanlıcaya,
Osmanlıcadan da Türkçeye geçmistir. Yine aynı yapı içinde Türkçede kullandıgımız
kayınpeder var, burada “kaim=yerine geçen” Arapça, peder=baba Farsçadır.


Kayınpeder, yâni kaim peder, gerçek peder degil ama “peder=baba” yerine geçen
demektir. Artık günümüz Türkçesinde peder degil daha çok baba sözcügünü
kullanıyoruz ve aynı anlamda “kayın baba” diyoruz. Kayınvalide sözcügünde yine
kayın=kaim=yerine geçen “valide” ise Arapça “doguran=ana=anne” anlamındadır.
Valide eski Türkçede kullandıgımız “çocuk, erkek çocuk” anlamındaki veled sözcügü
ile iliskilidir. Yâni valide veled meydana getiren, çocuk doguran anlamındadır.
Veledin çogulu yine Türkçede çocuk anlamında kullandıgımız evladdır. Su halde
kayınvalide=kaim, valide, yani gerçek valide, ana degil ama onun yerine geçendir.
Günümüzde kayın valide yerine kaynana sözcügünü de kullanıyoruz. Aynı örnek
grubunda “kayın birader” sözcügü de vardır. Kaim yerine geçen, birader ise Farsça
erkek kardes demektir. Kayın birader=kaim birader, yâni gerçek erkek kardes degil
ama erkek kardes yerine geçen anlamındadır. Vali sözcügü ise Arapçadır. Yine Arapça
Velâyet sözcügünden gelir. Yâni bir ilin velisi, ermisi, sahibi anlamındadır. Biz “veli”
sözcügünü ögrenciler için kullanırız; ögrenci velisi demek, ögrencinin anne-babası
olabilecegi gibi, onun velâyetini üstüne alan, ona sahiplenen bir yakını, bir tanıdıgı da
olabilir. Su halde vali sehir halkının velisi, devlet organlarının sahibidir.

Türkçede kullandıgımız parlamento sözcügü dilimize talyancadan geçmistir ve iki
sözcükten olusmus birlesik bir kelimedir. Birinci sözcük parla talyanca parlare:
konusmak fiilinden gelmektedir, ikinci sözcük mento yine italyanca mentire : yalan
söylemek fiilinden gelmektedir. Bugün Türkçede Büyük Millet Meclisi yerine
Kullandıgımız Parlamento sözcügünün kök anlamı konusulan ve yalan söylenen yer
demektir. Yine Türkçede kullandıgımız parfüm sözcügü dilimize Fransızcadan
girmistir ve iki sözcükten olusmaktadır. Birinci sözcük par, önce, önceden anlamına
gelmektedir. kinci sözcük füm Fransızca fumer : tütmek, kokmak fiilinden gelir. Su
halde parfüm önceden kokan, önceden tüten anlamındadır. Bir kadın parfüm sürmüsse,
kendisi gelmeden önce kokusu gelmesi gerekir. Hükümdar anlamında kullandıgımız
imperator sözcügü dilimize talyancadan geçmistir. Bu sözcük italyancada
imperatore yazılır. Türkçede ses uyumunu saglamak için p harfinden sonraki e harfini
a yapmısız. lk kez Romalı devlet adamı Auguste’e (.Ö. 63- .S. 14) bu ünvan verilmis
ve Auguste’den itibaren Roma mparatorlugunu yönetenler bu ünvanı kullanmıslardır.
Latince mperatio emir, komut, buyruk anlamındadır. Yine talyanca imperare fiilinin
anlamı hüküm sürmek, komutanlık etmek, emir vermektir. Fransızcada emir kipi için
aynı kökten gelen impératif sözcügü kullanılır. Dilimizde hükümdar anlamına gelen
imparator sözcügünün Latincesi imperator, talyancası imperatore, spanyolcası
emperador, fransızcası empereurdür ve emreden, buyuran, hükmeden kimse demektir.

Tıp dilinde cinsel temas yoluyla geçen hastalıklara zührevi hastalıklar denir.
Türkçede özel isim olarak kullanılan Zühre (Zöhre ve Zehra olarak da kullanılır) adı
Latince Venere (Fr. Vénus, tal. Venere) den gelir ve anlamı Ask Tanrıçası’dır.
Venere (Fr. Vénus, Grek. Afrodit) sözcügü Latinceye arzu etmek, gönlü çekmek
anlamında Hint-Avrupa dil grubundaki bir kökten geçmistir. Yunanlılar Venüs’ü
Afrodit olarak adlandırmıslardır, deniz köpügünden olusmus kadın anlamındadır. Zaten
eski yunancada aphros deniz köpügü demektir. Kıbrıs yakınlarında deniz köpügünden
olusan Venüs mitolojide ask, zevk, güzellik Tanrıçası olarak geçer. Latince karsılıgında
ask nesnesi anlamı da vardır. Kıbrıs ve Ege adalarında ve kıyılarında onun adına birçok
tapınaklar yapılmıstır, bunlardan bir tanesi de Aydın’ın Karacasu ilçesi yakınlarındadır
(Afrodisias). Mitolojik anlatıda, dogal olarak Venüs’e tapanlar, yâni onun müridleri
fahiselerdi. Gerek Venüs gerekse müridlerinin görevi ask satmaktı. Venüs
sözcügünün Latince bir anlamı da satıs (Fr. vente)dır. Venüs tapınaklarının baslıca
ziyaretçileri günlerce denizde kadınsız kalan gemiciler ve tayfalardı. Tabii tapınaktaki
kadınlar para karsılıgı çok çesitli erkeklerle ask yaptıklarından birbirlerine bazı
hastalıklar bulastırıyorlardı. Bunun için ask yoluyla, baska bir deyisle Venüs, yani
Zühre yolu ile geçen hastalıklara “Zührevi hastalıklar” (Fr. les maladies Vénériennes)
denilmektedir. Ask ve seks gücünü artıran, sehvet uyandıran yiyecek içecek ve ilaçlar
için Vénüs’ün Yunancası olan Afrodit’den türeme afrodiziyak (Fr. afrodisiaque)
sözcügü kullanılır. Venüs sözcügünün satıs anlamından gelme, Türkçede “genel ev
yerine is yeri, satıs yeri anlamında Farsça kârhane sözcügü de kullanılmaktadır. Zaten
Arapça fahise sözcügü ahlaksız kadın anlamı ile birlikte pahalı kadın, paralı kadın,
ücret ödenen kadın anlamını da tasır.

Dilimizdeki hindi sözcügü Hindistan’dan gelen, Hindistan tavugu anlamındadır. Hindi
Amerika kökenli bir hayvandır, domates, patates gibi Kristof Kolomb’un Amerika’yı
kesfi ile (1492) Avrupa’ya gelmistir. Fakat Kristof Kolomb Amerikayı kesfettigini
bilmiyor, Hindistan’a ulastıgını sanıyordu, 1506’da Amerika’yı kesfettigini bilmeden de
ölmüstür. Bunun için Amerika’dan getirdigi bu iri tavuklara Fransızlar dinde, Hint’den
gelen, Hint tavugu (Fr. poule d’Inde) demisler, biz aynı anlamda hindi demisiz,
ngilizler de bu hayvanı ilk kez Türkiye’de gördükleri veya Türkiye’den gittigini
sandıkları için türkey demislerdir.
Bir orta ögretim kurumu olan lise sözcügü dilimize Fransızcadan geçmistir (Fr. Lycée).
Lise Aristo’nun derslerini verdigi Yunanistan’ın Atina sehrindeki bir mahallenin adıdır.
Lise, Aristo usulü derslerin verildigi, yani matematikten astronomiye, edebiyattan
felsefeye kadar çok çesitli bilimin okutuldugu bir okul anlamındadır.

Bu toplantının adı “Buldan Sempozyumu” oldugu için konumuzu “sempozyum”
sözcügünün açıklaması ile tamamlayalım. Belli bir konuda düzenlenen oturum ya da
seminer anlamında kullandıgımız “sempozyum” (Fr. symposium) Fransızca bir
sözcüktür. Fransızcaya Yunancadan geçmistir ve Yunanca aslı sumposion olan bu
sözcügün asıl anlamı ziyafet, sölen, büyük yemekdir (Fr.le banquet). Eski
Yunanistanda filozoflar, hâtipler, belli aralıklarla ve genellikle aksamları bir ziyafet
sofrasının etrafında toplanırlar, gece boyunca yerler, içerler ve belli bir konu üzerinde
tartısırlardı. Her defasında baska bir konu ortaya atarlardı. Bunların en ünlülerinden
biri Eflatun’un yazdıgı Sölen (Fr.Le banquet) adlı yapıtıdır. Bu yapıtta konu asktır ve
hâtipler sırayla ask konusunda konusurlar.

Kaynak: http://buldansempozyumu.pau.edu.tr/kitap/4.oturum/1.pdf

[Edited at 2013-12-13 23:48 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:43
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"ERZURUM AĞZI SÖZ VARLIĞINDA ESKİ TÜRKÇENİN İZLERİ" Dec 16, 2013

--Alıntıdır--


Araştırma: Dilek AKAN BUDAK**

ÖZET
Türkiye Türkçesi konuşulduğu bölgelerde bazı ses ve şekil farklılıklarına bağlı olarak ağızlara ayrılmıştır. Türkiye Türkçesi ağızlarından biri olan Erzurum ağzı, hem ses bilgisi hem de anlam bilgisi yönüyle dikkat çekici özelliklere sahiptir. Özellikle geçmişteki ve günümüzdeki kelime hazinesi açısından incelemeye alınınca Eski Türkçe ile Erzurum ağz�
... See more
--Alıntıdır--


Araştırma: Dilek AKAN BUDAK**

ÖZET
Türkiye Türkçesi konuşulduğu bölgelerde bazı ses ve şekil farklılıklarına bağlı olarak ağızlara ayrılmıştır. Türkiye Türkçesi ağızlarından biri olan Erzurum ağzı, hem ses bilgisi hem de anlam bilgisi yönüyle dikkat çekici özelliklere sahiptir. Özellikle geçmişteki ve günümüzdeki kelime hazinesi açısından incelemeye alınınca Eski Türkçe ile Erzurum ağzı arasında önemli benzerlikler bulunur.

Hazırladığımız çalışmada, Erzurum ağzıyla ilgili yapılmış çalışmalar taranarak Eski Türkçenin söz varlığıyla kıyaslanmıştır. Bu çalışmada sadece ilgili kaynaklar taranmamış canlı kaynaklardan da yararlanılmıştır. Erzurum ağzında kullanılan sözcüklerin taranması sonucunda 130’a yakın kelimenin Eski Türkçede kullanılmış olan sözcüklerle anlamdaşlık gösterdiği saptanmıştır. Bu sözcüklerin bir kısmı ses bilgisi yönüyle de aynıdır. Geri kalanlarda bazı ses değişiklikleri olmuştur. Örneğin alma (elma), eke (büyük), eze (teyze), yelim (hafif), yu- (yıka-), yun- (yıkan-), gibi sözcükler şekil ve anlam olarak Eski Türkçeye koşuttur. Böcüyh (E.a.)1 / bögücük (E.T.)2 (böcek), dözet- (E.a.) / tüzet- (E.T.) (düzelt-), oğrun (E.a.) / oπrı (E.T.) (gizlice) sözcüklerinde ise anlam koşutluğu devam ederken bazı ses değişiklikleri olmuştur. Çalışmamız içinde bu ses değişiklikleri de gösterilmiştir.

Sonuç olarak; bu makalede Erzurum ağzındaki Eski Türkçe sözcüklerin dikkat çekici sayıda olduğu ve birçoğunun ses yapısını da koruyarak aynı anlamda kullanıldığı tespit edilmiştir. Eski Türkçe ile Erzurum ağzı arasında benzerlik gösteren kelimelerle kurulmuş cümle örneklerine de eski metinlerde rastlanmıştır. Makalede bahsedilen örnek cümlelerin yanı sıra, Erzurum ağzında kullanılan atasözlerinden, deyimlerden, manilerden de örnekler verilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Eski Türkçe, Türkiye Türkçesi ağızları, Erzurum ağzı.
----------------------------------------

* Bu makale metni, 21-23 Mayıs 2009 tarihinde TDK ile Kafkas Üniversitesi tarafından ortaklaĢa düzenlenen “Türkiye Türkçesi Ağız Araştırmaları Çalıştayı II” adlı çalıştayda dinleyicilere sunulmuş, basılmamış bildiri metnimizin gözden geçirilmiş ve genişletilmiĢ hâlidir.
** Okt. Atatürk Üniversitesi-DĠLMER, El-mek: [email protected]
1 E.a.: Erzurum ağzı.
2 E.T.: Eski Türkçe.
----------------------------------------


Giriş

Türkçe, tarihî devirlerinden beri birçok lehçeye ayrılmış bir dildir. Türkçenin Kuzeybatı (Kıpçak), Güneybatı (Oğuz-Türkmen), Güneydoğu ve Kuzeydoğu (Altay) olmak üzere dört lehçe grubu vardır.5 Türkiye Türkçesi Güneybatı grubuna giren bir lehçedir. Çağdaş Türk lehçeleri arasında en çok konuşulan lehçe Türkiye Türkçesidir.

Türkiye Türkçesi de kendi içinde ses, şekil ve kısmen söz varlığı farklılıklarına dayanan ağızlara ayrılmıştır. Lehçelerin ve ağızların oluşmasına sebep olan değişik etkenler vardır. Tarihinde göçebe yaşam tarzını âdet edinmiş Türkler için göç, dili etkileyen önemli bir unsur olmuştur. Bu vasıtayla göçen dil, göçtüğü yeri etkilemiş ve bu yerden etkilenmiştir. Orta Asya’dan çıkan Türklerin dili de tarih boyunca farklı kollara ayrılmış, zamanla birbirlerinden etkilenmiştir.

Türkiye Türkçesi kendi içinde birtakım ağızlara ayrılmıştır. Doğu Anadolu Bölgesi ağızlarından olan Erzurum ağzı, bunlardan biridir. Erzurum ağzı da kendi arasında ses, şekil farklılıklarına dayalı olarak alt kollara ayrılır. Bunların hepsinde söz varlığı açısından farklı dillerin -mesela Ermenice, Rusça- ve Eski Türkçenin etkisi göze çarpar.

Eski Türkçe, Türk dilinin ilk yazılı eserlerinin tespit edildiği dönemdir. Bu döneme kimi dilciler Göktürk ve Uygur metinlerini dahil ederken kimi dilciler Karahanlı eserlerini de alır.6 Bu çalışmada; Erzurum ağzında kullanılan sözcüklerle Eski Türkçe sözcükler arasında koşutluk tespit edilirken Göktürk, Uygur ve Karahanlı metinleri esas alınmıştır. Çalışmada incelemeye alınan söz varlığı için; Prof. Dr. Efrasiyap Gemalmaz’ın Erzurum ağzına yönelik önemli bilgiler içeren eseri “Erzurum İli Ağızları” temel başvuru kaynağı olmuştur. Söz varlığını kıyaslama noktasında eserin özellikle sözlük kısmından yararlanılmıştır. Bunun dışında Prof. Dr. Selahattin Olcay’ın “Erzurum Ağzı” adlı eseri, Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu’nun “ Doğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar” adlı çalışması, İhsan Coşkun Atılcan’ın “Erzurum Ağzı, Halk Deyimleri ve Folklor Sözlüğü” isimli çalışması faydalanılan diğer kaynaklardandır. Sıraladığımız bu yazılı kaynakların dışında sözlü olarak da derlediğimiz birtakım sözcükler, bazı halk kültürü malzemeleri oldu.7 Erzurum ağzında kullanılan bu sözcüklerin bir kısmı anlam ve şekil bakımından Eski Türkçedeki sözcüklerle aynıdır. Bir kısım sözcükler ise; taşıdığı anlamı korurken biçim hususunda bazı ses değişikliklerine uğramıştır. Bu çalışmada Eski Türkçe ile Erzurum ağzında benzerlik gösteren sözcükler, biçimde ve anlamda benzerlik konusunda çatallaşma göstermesi nedeniyle iki grupta ele alınmıştır.

Erzurum Ağzı Söz Varlığında Eski Türkçe Dönemine Ait İzler

A- Anlam ve Şekil itibariyle Aynı Olan Sözcükler

Erzurum ağzı söz varlığında Eski Türkçe ile anlam bakımından koşutluk gösteren kelimelerin bazıları yukarıda bahsi geçtiği gibi şekil olarak da aynı yapıdadır. Bu sözcükler şöyle sıralanabilir:

alma (Eski Türkçe)8 / alma (Erzurum ağzı)9: “Elma” anlamına gelen bu sözcük Divânü Lugâti’t-Türk10’te aynı anlamda geçer. Oğuz lehçesinde kullanıldığı belirtilmiştir.

----------------------------------------
5 Zeynep Korkmaz, Gramer Terimleri Sözlüğü,Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2007, s. 153
6 Mustafa Özkan, Türk Dilinin Gelişme Alanları ve Eski Anadolu Türkçesi, Filiz Kitabevi, İstanbul 2000, s. 25
7 Sözlü olarak derlenen malzemeler hususunda, aile büyüklerinin kültür birikiminden istifade edilmiştir.
8 Eski Türkçe: Metinde “E.T.” şeklinde kısaltılarak gösterilecektir.
9 Erzurum ağzı: Metinde “E.a.” şeklinde kısaltılarak gösterilecektir.
----------------------------------------

bögür/böyr (E.T.) / bögür (E.a.): “Böğür, kaburga altındaki boşluk” anlamında olan “bögür” kelimesi DLT’de de geçmektedir.11

çit (E.T.) / çit (E.a.): DLT’de “üzerine desenler işlenmiş süslü bir Çin kumaşı”12 anlamıyla geçen kelime Erzurum ağzında da “desenli kumaş” anlamını taşımaktadır.

egir- (E.T.) / egir- (E.a.): “Bük-, döndür-, çevir-” anlamında kullanılan sözcük, Erzurum ağzında “yün eğir-” şeklinde kullanılır. Yün eğirmeye yani yünü ip haline getirmeye yarayan alete de “teşi”13 adı verilir. Karahanlı Türkçesi metinlerinden olan Atebetü’l Hakayık’ta da “egir-“ fiili geçer.14 DLT’de “egir-” fiiliyle ilgili olarak geçen şu cümlelerde fiilin edilgen biçimi de görülür:

“Urâgut yîp egirdi: Kadın ip eğirdi.”
“Yîp egrildi: İp eğrildi.”
“Urâgut yıp egirsêdi: Kadın ip eğirmeyi arzuladı ve buna niyetlendi.”15

eke (E.T.) / eke (E.a.): Erzurum ağzında “iri, büyük, yetişkin, yaşlı” anlamlarında kullanılan sözcük; Göktürk abidelerinden Kül Tigin yazıtı kuzey yüzü 9. satırında “äkä”16 şeklinde geçip “abla, hala” anlamına gelmiştir. DLT’de “yaşça büyük kız kardeş”17 anlamı verilmiştir. Bu sözcük Erzurum ağzında “iri; büyük” anlamının yanında; yaşından beklenenin fazlasını bilen, çok bilmiş olan kişiler için de kullanılır.18

er (E.T.) / er (E.a.): Orhun abidelerinde “insan, kişi, adam, er, yiğit, erkek”19 anlamlarında kullanılan sözcük DLT’de “erkek”20 anlamında, Erzurum ağzında ise “erkek, koca” anlamlarında kullanılmaktadır.

----------------------------------------
10 Karahanlı Türkçesi döneminde “elma” meyvesini adlandırmak üzere “alma” sözcüğünün yanında “almıla” kelimesi de kullanılmıştır. Kaşgarlı Mahmûd, Divânü Lugâti’t-Türk (Çev. Seçkin Erdi,Serap Tuğba Yurteser), Kabalcı Yayınları, İstanbul 2005: Sonraki kısımlarda DLT şeklinde kısaltılacaktır.
11 DLT, s. 201
12 DLT, s. 238
13 Kaynak kiĢi 1
14 Atebetü’l Hakayık’ta sözcük “sarmak” anlamında kullanılmıştır:
“bu kün tegsü mindin dürud ol yarın
elig tuttaçım…a egirse munga”
Edib Ahmet B. Mahmud Yükneki, Atebetü’l Hakayık (Haz. Reşit Rahmeti Arat), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2006, s. 43
15 DLT, s. 251
16 “... ög(ü)m k(a)tun ul(a)yu ögl(e)r(i)m (e)k(e)l(e)r(i)m ...” (... annem Hatun başta olmak üzere (diğer) annelerim, ablalarım ...) Talat Tekin, Orhon Yazıtları, TDK Yayınları, Ankara, 2006, s. 38, 39
17 Divânü Lugâti’t-Türk’te “eke” sözcüğünün karşıladığı anlamı veren iki kelime daha vardır. “Eke, eçe ve eze” kelimeleri anlam olarak “yaşça büyük kız kardeş” demektir. Sözcükte görülen ünsüz değişimlerine Divân’da da dikkat çekilmiştir. DLT, s. 252
18 Erzurum ağzında “eke” kelimesiyle kurulmuş olan bir deyim de vardır. “Ekelik taslamak” biçiminde iki kelimeden oluşan deyim; “birinin karsısındakine çok bilmişliğini göstererek üstünlük kurmaya çalışması” anlamını taşır. Kaynak kiĢi 2
19 Kül Tigin abidesi Doğu yüzü 31. satır: “um(a)y teg ög(ü)m k(a)tun kuut(ı)ña in(i)m kül tig(i)n (e)r (a)t bultı ...” (Umay misali annem Hatun’un kutu sayesinde kardeşim Kül Tigin erkeklik adını elde etti ...) Talat Tekin, age, s. 32, 33
Bilge Kağan abidesi Doğu yüzü 11. satır: “inm(i)ş tir(i)l(i)p y(e)tm(i)ş (e)r bolm(ı)ş ...” ((şehre) inmiş, derlenip toplanıp yetmiş kişi olmuşlar.) Talat Tekin, age, s. 54, 55
20 Divânü Lugâti’t-Türk’te “er” sözcüğünün çokluk biçimi “eren” şeklinde verilmiştir. Bu sözcükten türetilen “eret-” (ergenleşmek, bir erkek olarak kabul edilmek) ve “erleş-” (erkeklik konusunda yarışmak) kelimeleri de Divân’da bulunur. DLT, s. 260, 261, 263
----------------------------------------
.
.
.

Kaynak + yazının tamamı: http://www.turkishstudies.net/Makaleler/1326676523_41_AkanBudak%20Dilek_S-629-646.pdf

[Edited at 2013-12-16 21:30 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:43
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"BU DİLİ BİLMEYENE İŞ YOK!" -> "İşte plaza dili!" Dec 17, 2013

--Alıntıdır--

Sözcü Gazetesinden alınmıştır

Şirketler çok uluslu oldu ve plazalar kat kat yükselmeye başlayınca doğal olarak iş hayatı da değişime uğradı. Plazalarda konuşulan dilse günlük dilden uzaklaşıyor. İşte plazalarda konuşulanlar...

Assign Etmek: Görevlendirmek, İşleri Dağıtmak...
Kullan: Önümüzdeki senenin tüm projelerini ajanslara 'assign ettik'

Brieflemek: Projeyle ilgili yazılı o
... See more
--Alıntıdır--

Sözcü Gazetesinden alınmıştır

Şirketler çok uluslu oldu ve plazalar kat kat yükselmeye başlayınca doğal olarak iş hayatı da değişime uğradı. Plazalarda konuşulan dilse günlük dilden uzaklaşıyor. İşte plazalarda konuşulanlar...

Assign Etmek: Görevlendirmek, İşleri Dağıtmak...
Kullan: Önümüzdeki senenin tüm projelerini ajanslara 'assign ettik'

Brieflemek: Projeyle ilgili yazılı olarak bilgilendirme yapmak
Kullan: Haftaya Çarşamba günü sizi ofisimize çağırıp 'brieflemek' isteriz.

Concern: Endişe, Tereddüt
Kullan: Yolladığınız kreatif materyalle ilgili çok ciddi concernlerim var.

Deadline: Projenin Bitiş Tarihi
Kullan: Arkadaşlar 'deadline'lar bizim için çok önemli, lütfen işleri sıkı tutalım.

Emotional Bond: Duygusal Bağ
Kullan: Bu reklamda tüketiciyle 'emotional bond'umuzu güçlendiriyor olacağız.

Farewell: Veda
Kullan: Barış’ın Farewell’i için Cuma akşamı Chilai’de buluşuyoruz.

Gender: Cinsiyet
Kullan:Konumlandırma yaparken bu kadar ‘’gender’’ odaklı olma konusunda concernlerim var.

Headquarters: Genel Merkez
Kullan: Beril hanım, bizim Headquarters’ta size bekliyoruz yarın 13.30’da.

Inline Olmak: Fikirde ve süreçte anlaşmaya varmak
Kullan: Dün zaten sizi briefledik, bu projede inline olduğumuzu düşünüyorum.

Joint Venture: Ortak Teşebbüs
Kullan: Tabii ki yabancı firmalarla da joint-venture olasılıklarını değerlendirelim.

Konsolide Etmek: İşleri toparlamak
Kullan: Muratçım, sen toplantıları notlarını, diğer fikirlerle de konsolide edip bana yollarsın.

Lead Etmek: Liderlik yapmak
Kullan: Sana assign ettiğim projeyi aynı zamanda lead etmeni istiyorum.

Must: Zorunluluk
Kullan: Bu bizim 'Must'larımız arasında yer alıyor, lütfen önem gösterin.

Nice-to-Have: Olsa Güzel Olur
Kullan: Bu bizim için nice-to-have bir proje, deadline'lara çok takılmayalım.

Overall: Genel
Kullan: 'Overall' olarak sunumu beğendim, ama gelişim alanları mevcut.

Rocket Science: Roket Bilimi
Kullan: Bu bir ‘’Rocket Science’’ değil yani, alt tarafı kola satıyoruz.

Please Proceed Lütfen: Lütfen ilerleyelim
Kullan: Bu konuda bence çok netiz, please proceed lütfen.

Quarter: Çeyrek
Kullan: İkinci ‘Quarter’da karlılığımız yüzde 13 oranında artmış durumda.

Schedule Etmek: Randevu ayarlamak
Kullan: Haftaya hemen bir gün schedule edelim, üst yönetimle toplanalım.

Timeline: Zamanlamalar
Kullan: Sizden 'timeline'lar konusunda çok acil bilgi bekliyoruz.

Urgent: Acil
Kullan: Bu dosyaları bana “urgent” gönderir misin, timeline’ımıza uyalım lütfen

Verify Etmek: Doğrulamak
Kullan: Bu projeyi verify etmeden sunamayız!

----------
Kaynak: http://galeri.sozcu.com.tr/2013/foto/genel/iste-plaza-dili.html?pid=1

---------------
Ado'nun yorumu: İyi o zaman ben de dilimize "Freie Vereinbarung"u sokayım bari. Tövbe tövbeee! Yabancılara ve yabancı olan birçok şeye hayran olma huyumuz ne zaman kuruyacak çok merak ediyorum gerçekten!

[Edited at 2013-12-18 14:00 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:43
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"Karadeniz Ağzı Sözlüğü" Dec 18, 2013

--Alıntıdır--

Hazırlayan: Gürkan Özer

A
Aca: Acaba
Afur: Ahır
Ağıl: Koyun Ve Keçi Koyulan Yer
Aha: İşte, Burada
Ahrında: Sonra, Sonunda
Akşamcak: Akşamleyin
Alamuk: Aynı Gün İçinde Havada Oluşan Değişiklikler
Anca: Şimdi
Annaklamak: Seyretmek, Bakmak, Gözlemek
Ap Akuru: Dümdüz
Ara-Ora: Erkeğe Söylenen Hitap
Aşam: Akşam
Ayam: Hava Durumu

B
... See more
--Alıntıdır--

Hazırlayan: Gürkan Özer

A
Aca: Acaba
Afur: Ahır
Ağıl: Koyun Ve Keçi Koyulan Yer
Aha: İşte, Burada
Ahrında: Sonra, Sonunda
Akşamcak: Akşamleyin
Alamuk: Aynı Gün İçinde Havada Oluşan Değişiklikler
Anca: Şimdi
Annaklamak: Seyretmek, Bakmak, Gözlemek
Ap Akuru: Dümdüz
Ara-Ora: Erkeğe Söylenen Hitap
Aşam: Akşam
Ayam: Hava Durumu

B
Bağa: Bana
Baca: Tütüncelik
Bakagene: Bakarak
Bakraç: Bakırdan Yapılan Küçük Kova, İçinde Yemek Taşınan Kap
Bayak: Az Önce
Bek: Hızlı, Sert
Bızıklamak: Şuursuzca Sağa Sola Atlamak, Koşmak
Bibi: Hala
Bile-Bilegene: Birlikte
Bişi: Buğday Unundan Yapılan Gözleme
Bitike: Çok Az, Biraz
Biyanki: Bu Taraftaki
Boran: Rüzgar
Bostan: Salatalık
Böcük: Böcek
Bucaklık: Terek, Mutfak Dolabı
Buymak: Üşümak
Büşürmek: Pişirmek

C
Cablama: Yer Çevirmek İçin Kullanılan Küçük Ağaç Dalı
Caydak: Sade
Ceyeran: Elektrik
Cıbıl-Cıscıbıl: Hiç Bir Şeyi Yok
Cındar: Küçük Ağaç Parçası
Cömaatlik Etme: Arabuluculuk Yapma
Cumbuşlu: Eğlenceli Komik
Cücük: Civciv

Ç
Çağar: Haber Ver
Çanak: Tabak
Çapıla: Ayakkabı
Çaput: Eski Elbise
Çember: Eşarp
Çenti: Sırt Çantası
Çığırmak: Bağırmak
Çıtlak: Ateşin Sıçraması
Çit: Tarla
Çort: Dikenlik, Çalılık
Çömelmek: Oturmak
Çul: Genellikle Kıldan Yapılan Kaba Dokumab

D
Dana: İneğin Sütten Kesilmemiş Yavrusu
Darı: Mısır
Dekmük: Tekme
Değemen: Değirmen
Demlik: Çaydanlık
Debertmek: Kurcalamak
Depinmek: Kurumak
Deze: Teyze
Dırmaç: Yük Taşımaya Yarayan Süslü Bağ
Dinelmek: Ayağa Kalkmak
Doruk: Çam Ağacı
Döşek: Yatak

E
Eğe: Kesici Aletleri Bilemeye Yarayan Alet
Eletirik: El Feneri
Elliği Geçmek: Korkmak
Emice: Amca
Erinmek: Üşenmek
Essahmı: Doğrumu

F
Fırma Fıkıç:Kalabalık
Fışırtmak: Fırlatmak
Fide: Fidan
Fistan: Kadın Giysisi
Foğul: Taze Mısır
Fol Etmak: Ayıtlamak
Foltak: Geniş, Bol
Folluk: Tavukların Yumurtladığı Yer
Foruz: Horoz

G
Gap: Bulaşık
Garağu: Dalları Çekmeye Yarayan Eğri Uçlu Uzun Çubuk
Garmak: Avuç
Garigen: Meşe Ağacı
Gartopu: Patates
Gaş: Uçurum
Gatık: Ayran
Gayda: Şarkı Türü
Gayış: Kemer
Geçek: Bahçe Kapısı
Gelder: Hayvanlara Su Ve Yem Verilen Kap
Gene: Yine
Gır: Beyaza Çalan Renk
Gıran: Tepelerdeki Düzlük Alan
Girebi: Baltadan Daha Küçük Olup, İnce Odunları Kesmeye Yarayan Alet
Gıdık: Küçük Sepet
Gocaman: Yaşlı, İhtiyar
Gopagene: Koşarak
Gopça: Düğme
Got: Ölçü Kabı
Govalak: Baykuş
Govan: Arı Kovanı
Gö: Yeşil, Taze
Gözcek: Gözlük
Gübür: Çöp
Güdüne: Mısır Tanelerinin İç Kısmı
Güllük: Çalılık
Güz: Sonbahar
Güzine: Soba

H
Habile: Böyle
Habu: Bu
Haburacık: Burası
Haççak Gene: Güzelce
Hele: Nasıl
Hardan: Nereden
Harpıtmak: Yemek Yemek
Hartama: Kiremitin Altına Koyulan İnce Tahta
Haşindi: Şu Anda
Haşu: O
Haulece Gene: Öylece
Haura: Orası
Havle: Böyle
Helbet: Bu Şekilde
Heri: Elbet
Hers: Sinir
Heştama: Dokunma
Hırp: Kapalı
Hızan: Çocuk

I-İ
Irak: Uzak
Irgamak: Kıpırdatmak
Irgat: İmece
İbrik: Su Koyup Taşımaya Yarayan Kulplu, Emzikli Kap, Gügüm
İfak: Küçük
İlehen: Leğen
İleki Gün: Geçen Gün
İlistir: Süzgeç
İsti: Sıcak

K
Kaat: Kağıt
Keler: Kertenkele
Kemsük: Meyve Yandikten Sonra Kalan Kısmı
Kenef: Tuvalet
Kepelek: Kelebek
Kermelik: Hayvanların Gübrelerinin Biriktiği Yer
Kürümek: Sıyırmak
Kürün: Kızak, Taşıma Aracı

L
Lös Lös: Uyuşuk

M
Mahana: Bahane
Meram: İstek Amaç
Meşerbe: Su İçilen Kap
Mık: Büyük Çivi
Mile: Misket
Muşmula: Bir Çeit Meyva, Töngel

N
Naau: Ne
Nah: Al

O-Ö
Oba: Ev Ziyaretleri
Obacı: Misafir
Oha: Hayvanlara Durması İçin Söylenen Söz
Okarı-Okarı: Yukarı Yukarı
Oyan-Biyan: Öteye Beriye
Örüzgar: Rüzgar

P
Pakla: Fasulye
Pee: Taş Topluluğu
Peşgir: Havlu
Pırtı: Giyecek
Pisik: Kedi
Pontul: Pantolon
Poul: Taze Mısır
Pumbuk: Yumruk
Püskürüt: Bisküvi

S-Ş
Sac: Üstünde Çörek Pişirilmeye Yarayan Alet
Sahan: Metal Tabak
Say: Kaya
Sekmen: Tahtadan Yapılmış Oturak
Selametlemek: Uğurlamak
Sıçan: Büyük Fare
Sıbırtlamak: Sıyırmak
Şırıldama: Parlama
Şindi: Şimdi

T
Taflan: Kara Yemiş
Tam: Saman Koyulan Yer
Tekduran Yere: Sebepsiz
Tepünkü: Tekme
Terek: Tahtadan Yapılmış Mutfak Rafı
Tevek: Kendir Keten
Tosarmak: Küsmek
Tömbelek: Bayram Arifesi Evlere Yapılan Manili Ziyaretler
Tömelmek: Çömelmek
Töngel: Muşmula
Tüneklik: Tavuk Kümesi

U-Ü
Ukarı: Yukarı
Ula: Erkeğe Mahsus Bir Hitap Sözü
Urgan: Hayvanların Başını Bağlamak İçin Kullanılan Kalın İp
Usulcakgene: Yavaşca
Urya: Rüya
Üddek: Ödlek, Korkak
Üzmek: Koparmak
Üzüldü: Koptu

V
Vara: Varya

Y
Yaba: Harman Savurmakta Kullanılançatal Biçiminde Ağaçtan Yapılmış Alet
Yal: Hayvanlara Pişirilerek Verilen Yem
Yalanuz: Yanlız
Yamsuk: Yassı
Yaymak: Otlamak
Yeygü: Hayvanlar İçin Hazırlanan Kışlık Yem
Yonga: Kesilen Veya Yontulan Odundan Çıkan Parçacıklar
Yumak: Yıkamak

Z
Zabaççak: Yarın
Zahra: Değirmende Öğütülmeye Götürülen Tahıl
Zatı: Hiç
Zeğet: Birazdan
Zembil: Dokuma Sırt Çantası
Zibil: Çöp
Zumbuk: Yumruk

------------
Kaynak: http://www.agasarsalpazari.com/karadeniz-agzi-sozlugu/

[Edited at 2013-12-18 22:50 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:43
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"KONYA DAĞ KÖYLERİ AĞIZLARINDAN DERLEMELER" Dec 22, 2013

--Alıntıdır--

Araştıran: Aziz AYVA /// Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Araştırma Görevlisi.


Anadolu ağızları, dilimizin bitmez tükenmez kelime hazinesidir. Yurdumuzun her köşesinde
konuşulan, Türkçe ve Türkçeye çeşitli dillerden ödünç olarak girmiş ve böylece Türkçeleşmiş bütün
kelimeler Anadolu ağızlarının malı sayılır. Kendi dil aileleri içerisindeki anla
... See more
--Alıntıdır--

Araştıran: Aziz AYVA /// Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Araştırma Görevlisi.


Anadolu ağızları, dilimizin bitmez tükenmez kelime hazinesidir. Yurdumuzun her köşesinde
konuşulan, Türkçe ve Türkçeye çeşitli dillerden ödünç olarak girmiş ve böylece Türkçeleşmiş bütün
kelimeler Anadolu ağızlarının malı sayılır. Kendi dil aileleri içerisindeki anlam, söyleyiş ve gramer
özelliklerinden sıyrılarak halkımızın dilinde âdeta yeniden şekillenen bu ödünç kelimeler, zaman
içerisinde Türkçenin kurallarıyla kaynaşmış, Türkçe yardımcı fiillerle birleşik fiil oluşturmuş ve
yörelerimize göre bazı ses değişikliklerine uğramıştır. Bundan daha önemlisi ise binlerce yıldır geniş
bir coğrafyada varlığını sürdüren, maddî ve manevî kültürünü yaşatan milletimiz, orijinal biçimleri
Türkçenin yadigâr eserlerinde saklı kalmış binlerce kelimemizi az çok ses ve anlam değişiklikleri ile
kullanmaya devam etmiştir. Anadolu ağızlarıyla ilgili araştırmaların başladığı geçen yüzyılın ikinci
yarısından günümüze kadarki sürede önemli çalışmalar ortaya konmuş, bilimsel metodlarla malzeme
derlenmesinde olduğu kadar, derlenen bu malzemelerin değerlendirilmesi hususundaki
tecrübelerimiz de hayli artmıştır.

Bu cümleden hareketle, ülkemizde Anadolu ağızlarıyla ilgili küçümsenmeyecek bilimsel
çalışmalar yapılmakta ve bu çalışmalar Türk Dil Kurumunun bünyesinde çalışan Anadolu Ağızları
Bilim ve Uygulama Kolu tarafından incelendikten sonra yayımlanmaktadır. Yine yerel ve ulusal
dergilerde bölge ağızlarıyla ilgili derlemeler yayımlanmaktadır. Bu çalışmaların özünü ses
değişiklikleri, çeşitli ses hâdiseleri ve vokal değişimleri oluşturmaktadır. Hatta aynı kelimenin
bölgelerimiz arasındaki söyleniş ve anlam farkları bile, bu tecrübelerimizle incelenebilecek bir
araştırma konusu olabilmektedir.

Ne yazık ki Anadolu ağızlarının bünyesinde yer alan pek çok kelimenin kullanımdan
düştüğü, yerine de bu kelimeleri karşılayabilecek yenilerinin konulamamasından dolayı kısırlaştığı
görülmektedir. Bunun sebeplerini şöyle sıralayabiliriz:

1. Kendi köyünün, mezrasının ağzını kullanan yaşlı insanların ölümü ve bu insanların,
hafızalarındaki bölgesel kelimeleri arkasındaki kuşağa aktaramadan yüzlerce kelimeyi de beraberinde
götürmeleri,

2. Hayatının bir bölümünü köyde geçiren insanların, kendisi gibi konuşmayan şehirli tiplerin
arasında ayıplanma ve hor görülme duygularına kapılarak bu kelimeleri kullanmaktan çekinmesi ve
zamanla unutması,

3. Televizyon, radyo, gazete, sinema, vb. kitle iletişim araçlarının mahallî konuşmalara etkisi
ve gününün büyük bölümünü televizyon karşısında geçiren insanımızın, bunların etkisinde kalması,
buna bağlı olarak da kendi mahallî ağzını terk etmesi ve yerine daha güncellerini kullanma endişesi,

4. Teknolojik gelişmelere paralel olarak, elektrikli ev aletlerinin kullanılmaya başlanmasıyla
pek çok mahallî araç ve gerecin isimleri ile birlikte, kullanıldıkları o işle ilgili birçok kelimenin de
yok olması,

5. Özellikle, genç kuşağın, dağarcıklarındaki zaten az olan mahallî kelimeleri modernlik
adına batı kökenli kelimelerle değiştirmeye çalışmaları, moda rüzgârlarına kapılmaları, vb.

.
.
.


Örnek Kelimeler:

acabına: Acep anlamındadır.
age: Ver anlamındadır. İşaret edilen bir nesneyi, “Al gel.” anlamında da kullanılır.
ak bakla: Kuru fasulye için kullanılır. Renginden dolayı bu adla adlandırılmaktadır.
alavere: Alışveriş anlamındadır.
arabalık: Genellikle at arabalarının konulduğu, ihtiyaca göre fırın, odunluk, vb. olarak da
kullanılan ve evden ayrı olarak inşa edilen tek gözlü, ince uzun yer.
asilem: Asıl, esas, vb. kelimelerinin yerine kullanılmaktadır. Asıl kelimesinden türemiş olup
vurgulu olarak söylenilecek olan cümlelerin başına getirilir.
aygaz: Her çeşit tüp ve gaz için kullanılmaktadır.
babañ ekdi de anañ dibine su mu dökdü: Bir şeye haklı olarak sahip olunduğunu
vurgulamak için kullanılan bir deyimdir.
bağırık: Bağırma sesi anlamında kullanılır.
bakkalı: Serçeye benzeyen, başının üst kısmında 3-5 cm. tüyü bulunan bir çeşit kuş.
bakla: Fasulye karşılığı olarak kullanılmaktadır.
bambıl: Nohut daha tarladayken tanelerini yiyen bir çeşit haşere.
band: Kaset anlamındadır.
baş aşşağı: Bir rampanın baştan başa ifade edilmesinde kullanılır. Yokuş aşağı anlamındadır.
baş bozgunluğu: Evlilikte geçimsizliği ifade etmek içi kullanılır.
başlı: Herhangi bir işe başlanıldığını, fakat bitirilemediğini ifade etmek için kullanılır.
bayam: Badem anlamındadır.
bi dayfe: Bir defa karşılığında kullanılmaktadır.
bi yol: Geçmişteki bir anıdan, bir tecrübeden bahsedileceği zaman kullanılır.
bilik: Doğal veya sun’i sınırlarla etrafı belirlenmiş, belli bir alanı işaret eden yer, tarla.
birinde: Yukarıdaki bi yol anlamında olup, daha belirsiz bir geçmişe işaret eder.
biş: Atları durdurmak içi kullanılan bir hitaptır. Son sessiz uzatılarak söylenir: bişşş.

bizimki: Kadınların kocalarından bahsettikleri bir kelimedir.
boğum: Yuvarlak nesnelerin belli belirsiz bir izle kesiştikleri parçalarının birleşim yerine
denir. Su arıklarının belli yerlerden ayrıldıkları yerler için de kullanılır.
bostan: Karpuz, kavun, ay çiçeği, vb. bitkilerin topluca bulunduğu ekim alanının genel
adıdır. Özel olarak da salatalık anlamında kullanılmaktadır.
cerme: Ceza anlamındadır. Muhtar heyetinin köylüye verdiği ceza için kullanılmaktadır.
cıncık gibi: Herhangi bir nesnenin; oyuncağın, elbisenin, işin güzelliğini, narinliğini
anlatmak için kullanılmaktadır.
cırcır: Harman makinesi, patoz anlamında kullanılmaktadır. Ayrıca fermuar karşılığında da
kullanılır.
çatlak: Herhangi bir kişi yanlış, dengesiz, hatalı bir davranış sergilediği zaman ona söylenen
ve biraz da argo anlamı taşıyan bir kelimedir.
çay şekeri: Toz şeker anlamındadır. Küp şeker için de kullanılır.
çelgi: Evlerin önündeki kuru ağaç dallarından oluşmuş yakacak kümesine verilen addır.
Ayrıca avarlıkların etrafındaki koruma amaçlı kuru odunlar için de kullanılmaktadır.
çıbık: Bağ çubuklarına verilen addır.
çiğin: Omuz karşılığında kullanılmaktadır.
çimecik: Çok küçük, az anlamında kullanılan bir kelimedir.
çit motur: Traktör için kullanılır.
çiti: Her çeşit bulaşık sabunu (deterjan) için kullanılan bir kelimedir.
çölte: Küçük saplı, bir tarafı sivri, diğer tarafı daha yassı ağızlı bir çeşit bahçe aleti.
dal: Sırt, bel, vb. anlamında kullanılmaktadır.
dalap: Eşek ve atların birbirlerini çekme zamanlarında dişilerin aralıklarla geviş getirme
hâllerini anlatmak için kullanılan bir kelimedir.
dayak: Kuru veya yaş düz ve uzun ağaç dallarına verilen ad. Küçük dallarının kesilmesiyle
ortaya çıkmış uzun ve düzgün sopa.
dıkdelen: İbibik kuşuna verilen addır.
didik gibi: Birinin, kendisinin veya bir başkasının bir sözüne gönderme yapacağı, onlardan
örnek vereceği zaman kullandığı bir kelimedir.
dirayet: Dayanıklılık gücünü, cesareti ifade eden bir kelimedir.
dişli: Yemek çatalı karşılığında kullanılmaktadır.
dönek başı: Tarlalarda sınırları belirleyen ve genellikle taşların bulunduğu bir noktaya
verilen addır.
dönek: Sözünde durmayan kişilere söylenen argo bir söz.
dönemeç: Viraj, köşe, vb. yerler için kullanılır.

dutamak: Mutfaklarda ocağın yanında bulunan ve ateş üzerindeki sıcak kapları almaya
yarayan iki uçlu bir çeşit bez, örgü.
ekmek evi: Ekmek yapılan fırın anlamındadır. Burası, fırın amacının dışında at arabalarının
konulduğu veya odunluk olarak da kullanılan bir yerdir.
el bezi: Meyve yenirken yanında getirilen ve ellerin temizlenmesinde kullanılan, elde
örülmüş işleme, bez, vb. verilen addır.
elcek: Eldiven anlamındadır. Ekin (buğday, arpa, yulaf, vb.) işlerken parmaklara geçirilen
ağaçtan yapılmış alet için de kullanılmaktadır.
elelele…: Bir hayret ve şaşkınlık ifadesidir.
emi yok: Tahıl ürünlerinin istenilen düzeyde verimli olmadığını ifade etmek için
kullanılmaktadır. Yapılan bir işin yeteri kadar iyi olmadığını anlatmak için de kullanılır.
emsiz: Bir kişinin beğenilmediği zaman onun gıyabında söylenen bir söz. Yine bir işin
beğenilmemesi durumunda da kullanılmaktadır.
endeği: Elindeki anlamındadır. İşaret edilen bir nesne için de kullanılmaktadır.
evel biri didiğinden: Bir kişinin, tanıdığı veya tanımadığı birinin ünlü bir sözünü örnek
vereceği zaman kullandığı bir ifadedir.
fiş: Radyo, televizyon, vb. elektrikli aletlerin kablolarına verilen addır. Yine evlerdeki
pirizler için de kullanılmaktadır.
gabalbazar: Bir malın ne kadar çıkacağı belli olmadan yapılan, ancak her iki tarafın da
memnun olduğu pazarlığa verilen addır.
ganimet gibi: Bolluk ifadesi olarak kullanılan bir kelime grubudur.
garazorlamaya: Düşünülmeden yapılan, ezbere karar verilen bir durumu ifade etmek için
kullanılmaktadır.
garer: Ölçü anlamında kullanılmaktadır.
gastavuz: Lokanta, restorant, vb. yerler için kullanılmaktadır.
gaşşık: Kaşık anlamındadır.
gavlak: Genellikle kavak ve söğüt dalları için kullanılan ve iyi onların kavladığını anlatmak
için kullanılan bir kelimedir.
geñ: Nadasa bırakılmış tarla anlamındadır.
gımıcık: Çok küçük parçaları ifade etmek için kullanılır. Çimecik kelimesiyle anlamdaştır.
gırma: Tarlalarda, parçalara ayrılmış bölümlerin her bir parçasına verilen addır.
giları ev: Kiler’den bozma olup evde genellikle kışlık yiyeceklerin saklandığı veya
kullanılmayan eşyaların konulduğu en uçtaki odalara verilen addır.
godaş: Kendini beğenmiş kişiler için kullanılır.
goma: “Haydi, haydi gel, ye.” vb. anlamlarında kullanılan bir çeşit teklif.
gov: Dedikodu anlamındadır.

göğelen: Armut, kayısı, erik, vb. ağaçlarda çıkan (biten, büyüyen) açık yeşil renkli otsu
bitkiye verilen ad.
gök bakla: Taze fasulye.
gömü: Hazine, define anlamındadır.
göt döşşeği: Köy evlerinde üzerine oturulan minder.
götün götün: Geri geri, arka arkaya anlamındadır.
gundak: Mısır koçanına verilen ad.
guzañ: Kuytu yerlere verilen ad.
güccücürük: Çok küçük, ufacık anlamındadır.
günaşık: Ay çiçeği karşılığında kullanılmaktadır.
günuzu: Gün boyu, sabahtan akşama kadar anlamlarındadır.
günüñ dönmesi: Güneşin, öğleden sonra yavaş yavaş batıya doğru hareket etmesi, akşamın
yaklaşması anlamında kullanılmaktadır.
güyeği: Güvey anlamındadır.
ha babam ha: Gerçekleşmeyecek bir olayı vurgulamak için söylenen bir ünlem ifadesi.
hadır: Belki, ne olur ne olmaz, vb. anlamlarındadır.
hasilet: Hasılat, verim, bolluk, vb. anlamlarındadır.
haşavızdan: Ağza alınmayacak bir söz söyleneceği zaman kullanılan bir ön edattır.
hayırsız: Çok fazla yaramazlık yapan, uslu olmayan çocuklara söylenen bir kelime.
hayla: Epey, hayli, fazlaca, vb. anlamlarındadır.
heral: Her hâlde karşılığında kullanılmaktadır.
hıtamında: Sonunda, en sonunda, vb. anlamlarda kullanılmaktadır.
hiyet: Aza, heyet karşılığında kullanılmaktadır.
hovarda: Kadınların birbirlerine söyledikleri bir argo.
hoyu: Hani, ya, vb. anlamındadır. Ancak soru edatı değil, bir şeye işaret edileceği zaman
söylenen bir edattır.
hökümet: Hükûmet.
ılgamaya: Bilip bilmeden konuşmak, ezbere hareket etmek karşılığında kullanılmaktadır.
ıradiye: Radyo.
ız: Az.
ibdatlı: Sahiden, bu sefer, gerçekten, açıkça, vb. anlamlarda kullanılmaktadır.
ibik: Uç, kenar anlamındadır. Özellikle halı ve kilimlerin uç tarafları için kullanılır.
icar: Kira karşılığında kullanılmaktadır. Özellikle tarlaları kiraya vermek anlamında
kullanılmaktadır.
ilan: Yılan.

ilave: Traktör ve kamyonların kasalarının üst kısımlarına takılan ve daha fazla yük almasını
sağlayan özel yapılmış parçalara verilen ad.
ileri: Geçmiş zamanda bir olayı hatırlamak için kullanılan bir belirsiz zaman zarfı.
imanlı: Çok, çok fazla, epey, vb. anlamlarında kullanılmaktadır.
ireşber: Rençber, çiftçi.
irey: Rey, oy anlamındadır.
işlik: Gömlek.
kâh: Avarlıklarda çizilerin (mandal, tahta) kenarlarındaki hafifçe yüksek yerlere verilen ad.
kakılı: Yığılı, çok fazla, vb. anlamlarındadır.
kekremsi: Tadı tuhaf olan, mide bulandırıcı şeyler için kullanılır.
kendisi: Kadınların kocalarından bahsettikleri bir kelime.
kinit: Kilit.
köken: Domates, patates, biber, fasulye, vb. bitkilerin yolunmuş köklerine verilen ad.
köklü: Bağ çubuklarının, yeni fide yetiştirmek için toprağa gömülmüş ve uçları süymüş
hâllerine verilen ad.
kömeli: Tarlaların birarada, toplu bir şekilde bulunduğunu ifade eden bir kelime.
köskörtü: Köstebek.
lasdik: Ayakkabı, lastik ayakkabı.
mala: İnşaat ustalarının kullandığı ucu yassı harç düzeltme aleti.
mayalı: Köylerde soba veya fırınlarda yapılan küçük ekmek.
me: “Al.” anlamında kullanılır.
merkep: At ve eşekler için kullanılır.
motur: Traktör.
nayla: Nasıl, ne biçim anlamlarında kullanılmaktadır.
ne bok yiyeniñ: “Sen ne karışıyorsun!” anlamında kullanılmaktadır.
nıkbet: Kadınların, kadınlara ve çocuklara söylediği bir argo.
nöñürüñ: “Ne yapıyorsun?” anlamında kullanılmaktadır.
o değilden: Herhangi bir kişinin birine dolaylı olarak bir şey söyleyeceği veya ondan bir şey
öğreneceği zaman konuşmasını ifade eden bir kelimedir.
okka: Kilo anlamındadır.
oturak: Sandalye.
öndüç: Karşılığında, daha sonra bir şey almak \ vermek anlamındadır.
öñüç: Önce.
öñüye: Öne, öne doğru anlamındadır.
örk: Yular. At ve eşeklerin zenciri.
örtme: Ahırlarda küçük danaların veya oğlak ve kuzuların katıldığı bir bölüm.

özden: Gerçekten, sahiden anlamında kullanılmaktadır.
patik: Bir çeşit önü kapalı lastik ayakkabı, terlik.
pırtı: Elbise, giysi.
pontul: Pantolon.
potin: Bot, boyunlu ayakkabı.
pörtlek: Gözleri çok açılan kişilere söylenen bir kelimedir.
pür: Bir çeşit ardıç. Daha çok küçük ağaçlar için kullanılır.
pürçük: Pancar, turp, şalgam, vb. bitkilerin yapraklarına denir.
püren: Bir çeşit ardıç, pür.
sağmal: Sağılan hayvanlar için kullanılır. Başka bir ifadeyle yavrusu yeni olan ve sağılabilen
hayvanlar için kullanılmaktadır.
salgaramaya: Düşünülmeden, işin aslının bilinmeden ezbere konuşulmasını ifade etmek için
kullanılan bir kelimedir.
salma: Köyün herhangi bir işini yapmak için hane başına belirlenen yardım parasına denir.
saplık: Sap, sopa anlamındadır. Çapa, kürek, dirgen, atkı, vb. aletlerin sapı için de kullanılır.
sıçırtma: Çok yaramazlık yapan çocuklara söylenen bir argodur.
sırkatlı: Açıkca söylemek anlamında kullanılmaktadır.
sıyırgaç: Demirden veya ağaçtan yapılmış, pulluk, kürek, vb. aletlere bulaşan çamuru
sıyırmak için kullanılan bir alet.
siyek: Kadınların birbirlerine söyledikleri aşırı derecede kötü anlamlı bir argo.
sofraltı: Sofra bezine verilen ad. Sofra altı kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur.
sokullu: Yere batan ağızları yuvarlak olan bir çeşit pulluk.
sözüm yabana: Bir kişinin toplulukta söylenilmeyecek bir kelimeyi söyleyeceği zaman
kullandığı ve terbiyeyi ifade eden bir kelimedir.
su bostanı: Salatalığa verilen addır.
sülük: Fasulyelerin, çiçekten yeni çıkmış en küçük hâllerine verilen addır.
sündük: Bir yiyeceğe davet edilmeden, terbiyesizce uzanan çocuklara söylenen bir argo.
sütlü: Sütlaç anlamındadır.
şepene: Birbirinden farklı işler yapan veya çok pratik olan kişilere denir. Hileyle iş
çevirenler için de kullanılmaktadır.
şeribela: Sürekli kavga eden huysuz insanlara verilen addır.
tahta: Avarlıklarda küçük bölümlerin her birine verilen ad, çizi, mandal.
tığ: Mil şeklinde ince uzun demire verilen ad.
timin: Az önce, demin anlamındadır.
tiyin: Sincaba verilen ad.
tomata: Domatese verilen ad.

tursil: Her çeşit çamaşır sabununa verilen ad.
ulaf: Yulafa verilen ad.
vanvey: Üst kısmına tohumların konulduğu ve altta da yuvarlak bıçakların yer aldığı bir çeşit
pulluk.
vay vanım vay: Gerçekleşmeyecek bir durumu ifade etmek için kullanlılan bir ünlem
ifadesi.
vayiz: Vaaz anlamındadır.
velesbit: Bisiklete verilen ad.
vizdan: Vicdan kelimesinin karşılığı olarak kullanılmaktadır.
yağ: Her çeşit el kremine verilen ad.
yalak: Abuk subuk konuşan, ne konuştuğunu bilmeyen veya hemen söze atılan kişilere
söylenen argo bir söz.
yalaka: Yalak ile aynı anlamdadır.
yalıñayak: Hiçbir iş yapmadığı hâlde sürekli gündemde kalmaya çalışan ve bunu başaran, iş
karıştıran kişiler için kullanılır.
yanpiş: Yassı, yan yana anlamlarında kullanılır.
yarıntası gün: Geçmişe yönelik olarak iki gün araya verilen ad.
yavru: Harmanda, samanın kenarlarındaki ince toz hâline verilen ad.
yeni yaka: Yeni evli insanlar için kullanılır.
yığılı: Çok, kalabalık anlamlarında kullanılmaktadır.
zibidi: Boş boş gezen, berduş tipli kişiler için kullanılır.
zivtin: Zeytin karşılığı olarak kullanılmaktadır.
zorlu: Suyun çok ve hızlı akmasını ifade etmek için kullanılan bir kelimedir.


Atatürk’ün direktifiyle, 12 Temmuz 1932 tarihinde kurulan Türk Dil Kurumu (kurulduğu
zamanki adı ile Türk Dili Tetkik Cemiyeti), ağızlardan söz derleme faaliyetlerine özellikle önem
vermiş ve bunu resmî merciler aracılığıyla yurt çapına yaymaya çalışmıştır. Toplanan binlerce kelime
tasnife tâbi tutulmadan altı cilt hâlinde Söz Derleme Dergisi (İstanbul 1939) adı altında
yayımlanmıştır. Daha sonraları bu derleme seferberliği devam etmiş ve öncekilerle birlikte tasnif
edilerek bu sefer Derleme Sözlüğü (Ankara 1993) adı altında 11 cilt olarak yayımlanmıştır. Bu
seriye, sonradan derlenen kelimelerden oluşan cildi (Ek I) de ekleyebiliriz. Ancak, bu sözlük
Anadolu ağızlarının tümünü içermemektedir. Zira bu derleme faaliyetleri, ancak derlemeye
katılanların kendi bölgeleriyle ilgili olarak toplayıp gönderdikleri kelimeleri kapsamaktadır. Bu
yönüyle Anadolu ağızlarının derlenmesi, tamamlanmamış bir iş olarak araştırıcıları, dil severleri ve
gönüllüleri beklemektedir. Bu sözlükte, Konya’nın dağ köyleriyle ilgili kelimelerin çok da fazla
olmadığını bu arada belirtmeliyiz.

Bu eksiklik araştırıcılar, dil severler ve gönüllülerin çalışmalarıyla en aza indirilebilir; ancak
tamamlanması şimdilik kaydıyla zor görünmektedir. Yapılması gereken işler arasında; Türk Dil
Kurumunun, kuruluşundan beri sahip çıktığı konuyla ilgili projesini (Birinci ve İkinci Derlemeler)
özellikle köy, kasaba ve beldelerdeki ortaöğretim Türkçe (Türk Dili ve Edebiyatı) ve ilgili branş
öğretmenlerine açması ve onları bu konuda cesaretlendirip yönlendirmesi, daha önceden hazırlamış
olduğu matbu fişleri yeniden gözden geçirip düzenleyerek derlemeleri daha sistemli hâle getirmesi,
üniversitelerde bu konularla ilgili tezler hazırlatılması ve Kurum tarafından eğitilmiş özel bir ekibin
bu işe aktif olarak katılmasıdır. Böylece dilimizin zenginlikleri gün ışığına çıkartılacak ve
yabancılaşmaya karşı bir nebze de olsun önlem alınmış olacaktır.

Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: Konya ili içerisinde geniş bir coğrafyaya yayılmış
bulunan Bozkır, Hadim, Taşkent ve Güneysınır ilçeleri ağızları aralarında ortaklık göstermekte ve
gerek il içerisinde gerekse ülkemiz içerisinde özgün bir görünümü yansıtmaktadırlar. Zengin bir ağız
yapısana sahip bulunan bu bölgenin ağzı bir an önce derlenmeli, bilimsel olarak incelenmeli uzun
vadede bir çalışmayla da sözlüğü hazırlanmalıdır.

Kaynak + yazının tümü: http://turkoloji.cu.edu.tr/YENI%20TURK%20DILI/aziz_ayva_konya_dag_koyleri_agizlari_derlemeler.pdf





[Edited at 2013-12-22 01:25 GMT]
Collapse


 
Pages in topic:   < [1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16] >


To report site rules violations or get help, contact a site moderator:


You can also contact site staff by submitting a support request »

Osmanlıca - Türkçe kaynaklar, Cumhuriyet boyunca Türkçenin serüveni, Günümüz Türkçesi...


Translation news in Türkiye





Wordfast Pro
Translation Memory Software for Any Platform

Exclusive discount for ProZ.com users! Save over 13% when purchasing Wordfast Pro through ProZ.com. Wordfast is the world's #1 provider of platform-independent Translation Memory software. Consistently ranked the most user-friendly and highest value

Buy now! »
Anycount & Translation Office 3000
Translation Office 3000

Translation Office 3000 is an advanced accounting tool for freelance translators and small agencies. TO3000 easily and seamlessly integrates with the business life of professional freelance translators.

More info »